3 Ekim 2017 Salı

YETENEĞİM KEŞFEDİLDİ, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

YETENEĞİM KEŞFEDİLDİ
Lise bitirme sınavlarına giriyorduk, Bitlis Lisesi’nin Spor Salonunda.  Sıra resim dersi sınavına gelmişti. Öğrenciler, öğretmenler, gözlemciler yerlerini aldılar Sınav başladı, konu belirlendi, başla talimatı verildi.
            Konu, “Bir Reklam Afişi” yapmak olarak belirlenmişti. Sessizliğin hakim olduğu salon adeta buz kesmişti. Resme ilgisi olmayan çoğunluk şaşkınlık içindeydi. Herkes birbirinin yüzüne bakmaktan gözlerini alamıyordu.
            Ben de ilk şaşkınlığı atlattıktan sonra yavaş yavaş ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Gözlemci öğretmenler sıraların aralarında dolaşarak kimin ne yaptığını izlemeye başlamışlardı. Kimsenin kalem oynatmadığını görünce onlar da şaşkın şaşkın birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı.
            Yapacağım afişin konusunun Bitlis ile ilgili olması fikri  geldi aklıma. Bu kez Bitlis’in önemli ürünlerinin neler olduğunu düşünmeye başladım. Başta “Bitlis Balı” vardı kuşkusuz, ardından “Bitlis Tütünü”, “Bitlis Kalesi”, “Bitlis Köftesi”, “Bitlis Otlu Peyniri”.
Bitlis’in ilçelerine bakacak olursak “Ahlat Bastonu”, “Adilcevaz Cevizi”, “Hizan Üzümü”, Ahlat’taki “Selçuklu Mezarlığı ve Kümbetler”, Ahlat “Eski ve Yeni Kaleleri”, Adilcevaz “Kef Kalesi”, “Nemrut Krater Gölü”, başlı başına  “Van Gölü”, “Süphan Dağı”, Aygır Gölü”, “Nazik Gölü”
Bu kadar konu arasından birini seçmek gerekiyordu, kolay olmadı “Bitlis Tütünü”nü seçmek.  Bir kül tabağı, üzerinde yanan bir sigara, yukarıya doğru çıkan  duman, altında “Bitlis Tütünü, Sizi Rahatlatır” sloganı.
            Başladım yavaş yavaş çizmeye, kağıt üzerinde bir şeyler belirlenmeye başlayınca gözlemci öğretmenlerin başımda toplanmaları dikkatimi çekmeye başladı. Geliyor, biraz seyrettikten sonra, gidip aralarında bir şeyler konuşuyor, sonra tekrar gelip beni seyrediyorlar. Yaptıklarımın hoşlarına gittiğini anlamak zor değildi, tabi bu durumda benim hoşuma gidiyordu.
            Sınav süresi bitti, öğretmenler kağıtlarımızı teslim etmemizi duyurdular, bizler de denileni yaptıktan sonra salondan ayrılmaya başladık. Tam salonun kapısından çıkıyordum ki, bir el kolumdan beni çekti, döndüğümde Resim Öğretmenimiz Nihat Boydaş ile göz göze geldik, bana “Bir yere ayrılma, seninle işimiz var.” dedi. Öğretmenler odasının önüne gidip beklemeye başladım. Biraz sonra Resim öğretmenimiz, koltuğunun altında sınav kağıtları ve yanında iki gözlemci öğretmenle birlikte geldi, beni de yanına alarak hep birlikte öğretmenler odasına girdik.
Kendisi genişçe bir masaya oturdu,  sınav kağıtlarını masanın üzerine bıraktı, gözlemci öğretmenler de karşısına oturdular, yanına bir sandalye çekerek bana dönüp; “Gel sen de buraya otur, sınav sonuçlarını birlikte değerlendireceğiz.” dedi.
Çekinerek, sıkılarak gösterilen sandalyeye oturdum, Nihat Hoca, resim kağıtlarının arasından birini arayıp buldu, bunun benim yaptığım resim olduğunu gösterdi, sonra yana dönüp kimsenin göremeyeceği bir şekilde kağıdın üzerine bir şey yazıp, ters çevirerek masanın kenarına koydu. “Burada dursun sonra bakacağız” dedi. Sonra bana dönerek, masanın üzerinde duran kağıtlardan birini almamı ve o resme on üzerinden kaç  not vereceğimi belirtmemi istedi. Ben çekinerek masadaki  resim kağıtlarından birini aldım, dikkatle inceledikten sonra kaç not vereceğimi söyledim.
Neden bu notu verdiğimi sordu, onu da kısaca anlattım. Elimden kağıdı aldı, üzerine benim verdiğim notu yazdı, karşısında oturan gözlemci öğretmenlere uzattı ve onların da kendi notlarını vermelerini istedi. Onlar da kendi notlarını kağıdın üzerine yazdıktan sonra üç notun ortalaması alınarak sonuç kağıdın üzerine yazılıp imzalandı.
Prof.Dr. Nihat BOYDAŞ
Bu kadarla bitecek sanmıştım, yanılmışım, tüm sınav kağıtlarını aynı şekilde değerlendirdik.
Çoğunlukla benim verdiğim notlara itibar ediliyordu. Arada birkaç kağıda benim verdiğim notun bir ya da iki not üstünde ya da altında not verdiği de oluyordu. Ancak, bana özel bir ilgi gösterdiği, beni cesaretlendirmeye ve yüreklendirmeye özel bir çaba gösterdiği her halinden belli oluyordu. 
Bu benim hoşuma gitmiyor değildi, 12 yılı aşan öğrenim yaşamımda kimi öğretmenlerimden bazı pozitif yaklaşımlar görmüştüm, ancak bu sefer ki ilginin derecesi her öğrenciyi mutlu edecek düzeydeydi.
            Nihayet sınav kağıtlarını bitirmiştik. Sıra kenarda duran benim kağıdıma gelmişti. Elini yan tarafta duran kağıdın üzerine uzattı, başını bana döndürüp gözlerimin içine baktı, “Açayım mı açmayayım mı, merak ediyor musun, heyecanlı mısın?” der gibiydi, ama demiyordu, öylece bakıyordu. Birden elindeki kağıdı benim önüme koydu, üzerinde “On” yazıyordu. Sonra diğer öğretmenlere uzattı, onların notu da aynıydı, kağıdın kenarına yazıp imzaladıktan sonra geri verdiler.
            Tüm sınav kağıtlarının içinde “On” notu alan tek kağıt benimkiydi. Bu beni onurlandırıyordu.
Kadere bakınız ki, benim yeteneğim, tam da okulun bittiği, artık Bitlis’ten, Nihat Hocadan ayrılacağım zamana denk geliyordu. Yeteneğimin işlenmesi, geliştirilmesi gerekiyordu, bunu nerede nasıl yapacağım konusunda önümde  ne bir olanak ne bir ufuk yoktu. Tek çarem Nihat Hoca ile olan irtibatımı kesmemekti. Çok sık olmasa da arada bir görüşme fırsatımız oluyordu.
            Şanslıymışım ki bir süre sonra Nihat Hoca’nın görev yeri Ankara olmuştu. Arada bir görüşme fırsatımız olsa da birlikte çalışma yapma ortamımız olmamıştı. Sadece teknik bazı ayrıntıları sözlü olarak bana anlatabiliyordu.
            Aradan uzun bir süre geçmişti. Geçen bu süre içerisinde okul bitmiş, işe girmişim, artık vatan borcumu ödeme zamanı gelmişti.
Ankara Mamak Muhabere Okulu’nda Askerlik Görevi Sınıf Belirleme Sınavına gireceğim, karşımda Hocam Nihat Boydaş, sarılıyoruz, konuşuyoruz, özlemlerimizi dile getiriyoruz. Artık öğrenci öğretmen konumunda değiliz, “Asker Arkadaşı” modundayız. Eşit koşullardayız, o Piyade oluyor, ben Tankçı ve gene ayrılıyoruz. Bu kez geleceği meçhul bir ayrılığın eşiğindeyiz.
O, Kıbrıs’ta, ben Yunanistan sınırında, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nı da içine alan kutsal bir vatani görev yapmış olmanın sonunda Ankara’ya dönüyoruz. O, Gazi Üniversitesi’ndeki akademik görevinin başında kariyerine kaldığı yerden devam ediyor, ben Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü’nde bürokratik basamakları tırmanma çabası içinde yıllar geçiyor.
O, Gazi Üniversitesi Resim Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nihat Boydaş, ben Başbakanlık Mevzuat Dairesi Başkanı, artık çok samimiyiz, görüşmeye daha çok zamanımız var. Bana sıklıkla söylediği; “Yahu İlhami, ben mi senin hocanım, yoksa sen mi benim hocamsın bir türlü anlayamıyorum.”
Bir insanın öğretmeninden duyup duyabileceği en değerli sözlerden biri olduğuna inandığım bu sözler benim için gurur kaynağı olmuştur.
İlhamiNALBANTOĞLU
Ankara’daki sanat ortamlarını paylaşır olmuştuk, benim sanat çalışmalarını dikkatle izliyordu, eserlerimden bazılarını çok ayrıcalıklı buluyordu. Bir gün yanında akademik çalışma yapan öğrencilerinden birinin kariyer aşama sınavında jüriye verdiği eserlerin arasında birisinin bana ait olduğunu anlamıştı. Çok yetenekli olmayan ama bürokratik baskılarla kariyer yapmak isteyen bir bayan eşinin o dönemde Ankara Valisi olmasını kullanarak benden yardım istemişti. Sınava girecekti ama eseri yoktu. Benden eserlerimi istedi, böyle bir haksızlığa alet olamazdım. Kabul etmedim, ancak benim kullanmaya değer bulmadığım bir iki bozuk eserimi, altındaki imzamı silerek hatır için ona vermiştim. O da o eserlerle akademik unvan sahibi olmuştu. Nihat Hoca bu kaçamağı fark etmiş ve benim hatırıma üzerine gitmemişti. İşte tam o sırada bana ısrarla; “İslam Sanatları” alanında benim de kariyer yapmamı istedi. Onun gözlemciliğinde bu işi pek ala yapabilirdim, ne var ki o dönemde benim bürokratik kariyerim de yukarıya doğru bir yükselme eğilimi gösteriyordu. Bu iki seçenek arasında Nihat Hocam’ın önerisini göğüsleyemedim. Belki de yaşamımın en önemli kavşağını kaçırmış olabilirim diye düşünmeden de edemiyorum. Devletimizin içine sızmış hainler, bürokratik kadroları kendi adamları ile doldurma çabası içinde olunca, bizim gibi liyakatı olan bürokratları aşırı bir biçimde mağdur ederek Devlet kademelerinden dışlıyorlardı. Biz de bu hercümercin içinde hak ettiğimiz görevlere gelme fırsatı bulamadan kamu görevimizi terk etmek mecburiyetinde kalmıştık.
Daha sonraları Nihat Hoca benim yazarlık serüvenimi öğrendi, bu konuda da bana inanılmaz destek ve katkı sağladı.
Sanat çalışmalarımız son yıllarda yurtdışı endeksli bir ivme kazanmaya başladı. Önce İran (Tebriz) Sergisi, ardından Polonya (Varşova) Sergisi,  daha sonraları  Bulgaristan (Varna) Sergisi  ardı ardına gelmeye başlayınca Prof. Dr. Nihat Boydaş Hoca’ya olan saygım  bir kat daha arttı.
O, şimdilerde Akademik çevrelerin “Hocaların Hocası” olarak tanımlanıyor,  büyük bir saygı ve itibar görüyor. Birçok sanatçı O’ndan bir şeyler öğrenebilir miyim umuduyla çevresinde pervane oluyor.
Ben ise O’nun öğrencisi, arkadaşı, sırdaşı ve  beni sanata, sanat dünyasına taşıyan, gelecekte iyi bir bilim insanı olacağı izlenimini ta o tarihlerde verip, fazlasıyla hak eden bu değerli bilim insanının öğrencisi olmanın onurunu taşıyorum.
 
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder