3 Ağustos 2017 Perşembe

"ABDULLAH NALBANT USTA" - Esma Tuğçe TÖZMAN

ABDULLAH NALBANT USTA
                        Esma Tuğçe TÖZMAN
Abdullah Nalbant Usta
İçimde ne zaman hayata dair belli belirsiz yeni bir şeyler hissetsem, insana dair duygulardan sevinmek, üzülmek, şaşırmak, korkmak, merak etmek, istemek ya da vazgeçmek, ümit ya da ümitsizlik gibi duygulardan biri olanca gücüyle ruhumu kaplasa, aklıma, Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin bir şiiri gelir. Her dizesinde, bir anlam, bana ışık tutacak bir şey bulurum. Aynı şekilde, bu şiirde ifade edilen   “olanlar” ve “olması gerekenleri” düşündükçe de, tanıdığım insanların siması gelir gözümün önüne. Hâşâ, Abdullah Nalbant Usta’yı Mevlana ile kıyaslamak, karşılaştırmak gibi bir niyetim yoktur. Değerli insanların, büyük âlimlerin önünde, saygıyla eğilmek düşer ancak. Bu yazıda okuyacaklarınız da methiye değil,   hayata bakış açımı değiştiren, ufkumu genişleten büyüklerime saygı ve sevgimi iletmek amacıyla yazılmış naçizane satırlardır. 
Mevlana der ki;
“Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ışıkta yasamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi… 
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatin bitmeye başladığı an olduğunu;
Aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.”
Elbette ki sevdiklerimizi kaybettiğimizde üzülürüz, ama üzülmekten çok, o insanı görmüş, tanımış, sevmiş olduğumuz için şükretmek, mutlu olmak yerine, isyan edip gözyaşlarına sığınmanın, kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülüklerden biri, hatta kendi kendimize yaptığımız hırsızlık olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden, ben de kaybettiklerim için isyan edip ağlamak yerine, onları tanıdığım için büyük bir mutluluk duyuyorum.
Dünyadaki her insanın bir öyküsü, mutlaka vardır. Hiçbir canlı sebepsiz yaratılmadığı gibi, hayatımıza giren, her insanın bize kattığı bir şey vardır. Şahsen tanımamış olsam da, okuduğum bir kitap sayesinde, “insanlık” vasfının, pek çok nitelik ve sıfat içermesine rağmen, yalnızca “insan olabilmenin hakkını verenlere” nasip olduğunu öğrendim.
“Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla”¦ Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim”
Yaşamak elbette ki sonlu eylemdir, ancak öğrenmek ve öğretmenin sonu var mı? Başka insanların zihninde iz bırakanlar, zamana karşı yenilmeden, öğretmeye devam ederler. Henüz fiilen Ahlat’a hiç gidememiş, memleketimin güzelliklerinden birini görmemiş olsam da, zihnen uzun bir seyahatten dönmüş gibiyim. Bir söz vardır; “çok gezen mi, yoksa çok okuyan mı bilir” diye.
Bulunduğu muhitte bile, her gün geçtiği yollardaki güzellikleri göremeyen bir insan, isterse dünyayı dolaşsın, o körlüğü ve cahilliği, onu gölgesi gibi takip eder. Dökülmüş bir gül yaprağı bile, harflere hiç ihtiyaç duymadan yüzlerce satırlık bir şiir gibi okunabilir mi? Okumak, sadece yan yana gelmiş harfleri anlamlandırıp seslendirmek midir? Evrendeki canlı ve cansız her şeyde, “tek bir varlığı” görebilmemiz için bize sunulanların değerini bilenin, dünyadaki en bilge insan olduğuna inanıyorum.
Kalbimizdeki bahçeye ne kadar çok sevgi tohumu ekersek, kötülüklere o kadar az yer kalır. Ama her ikisi de var, iyiliğin değerini anlayabilmek için, kötülüklerden ders çıkarma becerisi ise, illa ki fakültelerde değil, daha çok hayat okulunda öğreniliyor. İşte bu yüzden;
“İnsanı öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu”¦
Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.”
Mevlana gibi büyük bir âlimle, asırlar boyu nice gönüller fethetmiş böylesine büyük bir zatla kendimi kıyaslamak kadar manasız bir şey göremiyorum. Ben ki şu dünyada değil, koca evrende parçacığın da parçacığıyım, hatta bir “hi甝 im ki, hiçliğimden de memnunum. Yeter ki gurur ve kibir zehrini yutmuş olmaktansa, “hi甝 liği tercih ederim ama;   “AHLAT HALK HEKİMLİĞİNİN EFSANE İSMİ ABDULLAH NALBANT USTA”dan da öğrendiklerimi, paylaşmak, Abdullah Nalbant Usta’ya teşekkür etmek istedim; cür’etimi bağışlayınız. Çünkü;
“Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi”¦. Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.”
Bu kitabın her satırında, iyiliğin, dürüstlüğün, yardımseverliğin, sevilmenin, saygı duyulmanın en büyük zenginlik olduğunu öğrendim. Nasıl ki saçımız, göz rengimiz, ten rengimiz bedenimizin görsel varoluşu ise, mizacımızın da ruhumuzun vesikası olduğu kanısındayım. Hırs yerine azmin insanları başarıdan başarıya götürdüğünü, Abdullah Nalbant Usta’nın özgeçmişini okurken öğrendim.
Kitabın birinci bölümünde, Abdullah Nalbant Usta’nın askerliğiyle ilgili satırları okurken, bir asker torunu olarak, bir Türk evladı olarak, kendisine saygı duydum. Günümüzde askerlikle ilgili pek çok tartışmalar var. Ben; siyasi bir söylem yapacak değilim; ama Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve inkılâplarına sahip çıkan, bu yolda da fedakârlıklardan sakınmayacak olan bir Türk Genciyim. Askeri eğitim almadım, ülkemizde kadınlar için askerlik de mecburi değil. Ama bu Vatan için askere çağrılacak olsam, bir saniye bile düşünmeden askere giderim. Abdullah Nalbant Usta’nın hem 1937’de hem de 1942’de iki defa askere gitmesi, üstelik o zamanki koşulların daha zor olması; buna rağmen vatan sevgisinin insana ne kadar güç kuvvet verdiğini gösterdi.
Ne zaman ki Çanakkale’yi düşünsem, önce boğazımda bir düğüm, sonra da omuzlarımda bir kuvvet”¦ Tıpkı üzerimde tüm bedenimi kaplayan, görünmez; kuvvetli bir çelik zırh varmış gibi, korkusuz ve güçlü Türk askeri”¦ Ve
“İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu”¦ Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.”
Yaşadıklarımız mı bizi şekillendirir, yoksa biz mi mantığımızla yaşadıklarımıza yön veririz? Abdullah Nalbant Usta’nın, yaşadıklarının etkisiyle; kendine, çevresine, Ahlat ahalisine karşı bir sorumluluk yüklenmiş olması, hayata karşı ne kadar kuvvetli bir tavır sergilediğinin gösteriyor. Kendisini şahsen tanımadım elbette ki, bilip bilmeden yorum yapmak saygısızlığını ise kendime yakıştıramam. Ancak bir insan, yaşadıklarından bir anlam çıkarıp, hem kendisini, hem de çevresini aydınlatması, pek çok kişinin derdine deva olması, üstelik hiçbir ücret de talep etmemesi, saygı duyulacak bir davranıştır. Eğitim, sağlık, milli ve manevi değerlerin yaşatılmasını da göz ardı edemeyiz.
“Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.”
Pek çok meslekten, nitelikli insanlara saygı duyuyorum. Türk Ordusuna, Türk doktorlarına ve öğretmenlere saygıda kusur etmekten imtina ederim. Ben de; daha yolun başında bir öğretmen olarak, gelecek nesilden ümitliyim. “Ben oldum” dediğimiz anda “bittiğimizi”, hiçbir şey bilmediğimiz halde “biliyormuş gibi” davrandığımızda öğrenme imkânlarımızı elimizin tersiyle ittiğimizi düşünecek olursak, her yeni güne başladığımda ve her gün batımında, etrafıma baktığımda ve gerçekleri görebildiğim her an, öğrenmeye devam ediyorum.
“Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra”¦
Ve bir sure sonra yazı, kendimi öğretti bana”¦”
Öğrenmek demek, kendini tanımak demektir. Kendi değerlerimin, kapasitemin, dünyaya geliş amacımın farkında değilsem, kendime ve çevreme faydalı olamıyorsam, “profesör” etiketine de sahip olsam, gerçekte düpedüz bir cahil olduğumu kabul etmek mecburiyetindeyimdir.
Ama biliyorum ki, evrende öğrenecek çok şey var. Beni ben yapan, yaşadıklarım, gördüklerim ve öğrendiklerim; hatta paylaşabildiklerimdir.
“Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini… Sonra da ekmeği hakça bölüşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.”
Sahip olduğum şeyleri paylaşabildiğim ölçüde insanım; bilgi ise benden çıkıp genç zihinlerde kendine yer bulduğunda anlam kazanır.
“Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim”¦ Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.”
Malvarlığıyla övünen insanlar tanıdım, kimseye kötüdür diyemem, belli ki kendileri için değer ölçütü malvarlıkları. Ama insanın en çok sahip olmak istediği şeyler, kaybetmekten en çok üzüntü duyacağı şeydir. Aya baktıktan sonra evladının yüzünden başka bir şey görmeyen göz, geleceğe değer vermiş; eğer yanılmıyorsam, paradan, puldan, unvandan çok daha fazla anlam yüklemiş. Bir insanı, en çok yaşatacak olan şey, fikirleri ve yaptıklarıdır.
İlaçlar ve doktorlar, yarlarımıza merhem olur, derdimize deva bulur. Bedenen hayat kurtarmak ne kadar değerliyse, fikirlerle, eserlerle, öngörülerle insanların ruhlarının, zihinlerinin karanlıktan kurtulmasına yardım etmek, o derece değerlidir. Gençken insan bazı şeyleri fark etmez, tecrübesizdir, bazen düşünmeden hareket eder. Sonra belirli kalıplar öğreniriz. Ama gün gelir, o kalıplar bu güne uymaz, ya da biz o kalıpları güncel fikirlere dönüştürmeyi bilemeyiz. Ne zaman ki hem geçmişe, hem de bugüne ait fikirleri birleştirir, mantık çerçevesi içinde bir senteze ulaşırsak, geleceği hedeflemiş oluruz. Geleceğin anahtarıysa kalıplaşmış fikirlerden kurtulmaktır. Kalıplaşmış fikirlerden kurtulmak içinse, eğitimden destek almak zorundayız. Eğitim deyince, kitaplardan vazgeçebilir miyiz?
Benim için, ekmek, su kadar gerekli bir ihtiyaç, giyecek tüketimimden daha fazla yer kaplıyor hayatımda. Bir de eğitim kurumları için düşünelim. Bitlis Eren Üniversitesi’ne gönderilen kitaplarla, Abdullah Nalbant Usta’nın adının yaşatılması, bu kitabı okurken beni en çok etkileyen bölümlerden biri olmuştur.
Mevlana’nın bütün dizelerini yazmadım, tamamını da yazımın içine yerleştirmek, haddimi aşar. Ancak son olarak şu dizelerden esinlenerek yazıma son veriyorum:
“Her canlının ölümü tadacağını,
Ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.”
Bu dünyada bencilce, sadece kendisi için yaşayanların, hayatı tadamadan veda edeceklerini düşünüyorum. Benim daha hayattan öğreneceğim çok şey var”¦ Yaşarken de hem kendime, hem de çevremdeki insanlara yardım ederek hayatı tatmayı, benden sonraki nesle maddi olmasa bile, bir şeyler bırakabilmeyi ümid ediyorum. Tıpkı Abdullah Nalbant Usta’nın yaşam öyküsünün bende iz bıraktığı gibi”¦
Kendisini şahsen tanımamış olsam da, Ahlat Kültür Sanat ve Çevre Vakfı Yayınları’ndan çıkan Sayın İlhami Nalbantoğlu’nun kaleme aldığı “AHLAT HALK HEKİMLİĞİNİN EFSANE İSMİ ABDULLAH NALBANT USTA” adlı kitap sayesinde yazılarla tanımış olduğum için mutluluk duyuyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder