AHLAT'IN İLK RADYOCUSU:
HİKMET SAYIN
Çok
küçüktüm, babamın dükkanının önünde oyuncaklarımla oynuyordum.
|
Eski Radyolardan Bir Örnek |
Birden
çevremdeki esnaf ve insanlarda bir hareketlilik meydana geldi, bir şey olmuştu,
herkes endişeli bir şekilde ve hararetli olarak birbirine bir şeyler
anlatıyordu. İnsanların konuşmalarından duyduğum kadarıyla bir kaza olmuştu,
ama nerede nasıl olmuş, kime ne olmuş gibi detaylara ulaşmak gibi bir lüksüm
yoktu, henüz kimsenin beni ciddiye almayacağı yaştaydım zira.
Akşam eve
geldikten sonra annem Miyeser Hanım bana olayı bütün detayları ile ve benim anlayacağım bir biçimde anlattı;
“Akrabamız Gülizar Hanımın büyük oğlu Hikmet
Abi, sahibi olduğu kamyonla seyir halindeyken Ahlat’ın Yamlar mevkiinde
bir trafik kazası geçirmiş ve yaralanmıştı.”
Bu bilgileri
verdikten sonra ben ve kardeşlerime yemeklerimizi yedirip hemen yanı başımızdaki Hikmet Abilerin evine
gitmişti. Hem son gelişmeleri öğrenmek, hem de üvey teyzesi Gülizar Hanım’ın bu zor gününde yanında olmak için.
Gülizar Hanım,
annemin üvey teyzesiydi, anadan mı yoksa babadan mı üvey olduğunu bilmiyorum.
Üvey olduğundan olsa gerek annemin diğer kardeşleri Kadriye ve Bedriye
teyzemlere göre daha mesafeli duruyorlardı. Gülizar Hanım’ın eşi Halit Hoca
idi. Halit Hoca, evimizin yakınındaki “Yukarı
Cami”nin imamıydı. Çok hızlı “Teravih
Namazı” kıldırmakla ünlüydü. Gülizar Teyzemin Hikmet abiden başka bir oğlu
ve bir kızı daha vardı. Kızı Emin Aydoğan ile evliydi. Oğlu ise Şevket Abiydi.
Şevket Abi, İzmir’in Dikili İlçesinin bir köyündü öğretmendi. Görev yaptığı
köyde bir bayanla evlendi ve oraya yerleşti. Halen orada yaşamını
sürdürmektedir.
O gün Annem
Hikmet Abilerden döndüğünde daha detaylı bilgiler veriyordu: “Hikmet Abi’nin geçirdiği bu kazada ayağı
kırılmış, doktorlar çok fazla bir şey yapamayacaklarını söylemişler. Ancak
büyük kentlerdeki hastanelere gitmesi halinde tedavisinin mümkün olabileceğini
belirtmişler.”
Hikmet Abi,
Bitlis’in köklü ailelerinden birinin kızları Raika Hanım ile evliydi. Bahadır ve
Mustafa adlarında iki oğlu, Neriman ve Canan adlarında iki kızı vardı.
O günün
koşullarında Hikmet Abi’nin daha iyi koşullarda tedavi görmesi mümkün olamamıştı. Hikmet Abi, ayağını
kaybetmemiş, ancak kullanabilme şansını yitirmişti. Bu durum karşısında bunun bir kader olduğu inancıyla yaşamına
kaldığı yerden ve bu şekliyle devam etmeye karar vermişti.
Daha sonraki
yıllarda tıp alanında meydana görülen gelişmelere karşın bedeninden bir
organının eksilmesine gönlünün razı olamayacağını düşünerek, yaşamının bundan
sonraki bölümünü bu şekilde geçirmeyi göze almıştı.
Uzun bir tedavi
ve düşünme döneminden sonra, önce kendine iki adet koltuk değneği temin etmiş,
ardında da bu haliyle ekmeğini nasıl kazanabileceğinin arayışı içine girmişti.
Günlerce süren araştırmalar, incelemeler, fikir edinmeler, bilgilenmeler,
sorup-soruşturma evrelerinden sonra kararını vermişti: Radyo Tamirciliği
yapacaktı.
O yıllarda
Ahlat’ta radyo tamirciliği yapmak şöyle dursun, radyonun kendisi bile çok
bulunan bir meta değildi. Ne var ki, Hikmet Abi, yaratıcı zekasıyla, asıl olan
zoru başarmak ilkesinden hareket ederek bir ilke imzasını atıyordu.
Vatani görevini
muhabere Çavuşu olarak yapmıştı. O günün koşulları içinde iletişim araçlarının
teknik özellikleri hakkında hatırı sayılır bir deneyimi vardı. Bu altyapı ile
radyoların onarımı konusunda kendisine güveni tamdı. İşe bir yerinden
başlayacak, zamanla kendisini geliştirecekti.
Mazlum Yegül
caddesinin en hareketli yerinden bir dükkan kiraladı. Bir de çırak aldı yanına,
onu da yetiştirebileceğini düşünüyordu.
Artık sabahları
evinden çıkıyor, iki koltuk değneğiyle Malazgirt Caddesinde yokuş aşağı inerek
işyerine geliyordu. Günün sonuna doğru, gene koltuk değnekleri ile yokuş yukarı
evinin yolunu tutuyordu.
Türkiye,
Cumhuriyet sonrası bir atılım ve gelişme
dönemine girmişti. İlk yıllarda sadece kahvelerde
bulunan, halkın o dönemlerde “ajans”
diye adlandırdığı güncel haberleri bile kahvelerdeki radyo alıcılarından
dinlediği dönem gerilerde kalıyordu. Radyocu Hikmetin dükkanının bitişiğindeki
Behçet Horasan’ın dükkanında Philips marka radyolar vitrinlerde yer almaya
başlıyordu. Ahlat halkı iş güç sahibi olunca, bütçesine bir miktar para girmeye
başlayınca ilk iş olarak evine bir radyo almaya başlamıştı. Bu gelişme Radyocu
Hikmet’in işlerinin açılmasına sebep oluyordu. Hatta öylesine gelişiyordu ki
Ahlat dışında Adilcevaz, Malazgirt gibi ilçelerin yanı sıra köylerden gelen
arızalı radyolar, Hikmet Sayın’ın dükkanının raflarını doldurmaya başlamıştı.
O sıralar ben,
liseyi, bitirmiş, üniversiteye girmek için bekliyordum. Boş geçen günlerimi
değerlendirmek, babamın kısıtlı bütçesine katkıda bulunmak amacıyla boş bir
dükkanda tabela yazmaya başlamıştım. Ahlat’taki esnafın tabelalarını yazıyor,
hem bir gelir elde ediyor, hem de mevcut tabelalardan daha kaliteli tabelalar
yazarak dikkati üzerime çekiyordum.
Bir gün Hikmet
Sayın’ın dükkanının önünden geçerken
dükkanın camına tıklayıp beni yanına çağırdı. Bana; “Aferin güzel tabela yazıyorsun, bana da bir tane yazar mısın?”
dedi. Sevinçten havalara uçmuştum.
Üvey teyzemin
oğlu olan ve aramızdaki yaş farkı nedeniyle iletişim kurmakta zorlandığım
Hikmet Sayın’ın bu teklifi, benim moral motivasyonumu yükseltmişti. Demek ki
iyi şeyler yapıyormuşum diye düşünmeye başladım. Ayriyeten kendimden daha büyük
insanlarla diyaloga girmenin ilk aşamasında olmaktan da memnun oluyordum.
İstediği
tabelayı yazıp götürdüm, çok beğendi, beni yüreklendirdi, bana cesaret verdi. Bu duygularla
tabelayı dükkanına asmayı önerdim kabul etti. Bu görevi de yerine getirdikten
sonra, dükkanın önünden her geçtiğimde
tabelaya bakıyor, mutlu oluyordum Yıllar sonra onun da gençlik yıllarında iyi
bir tabelacı olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Bana bu konudan hiç
bahsetmemesi onun geçmişe takılı kalmayışının bir göstergesi gibi geldi bana..
O yıllarda Ahlat Kaymakamı Hüseyin Avni
Uzun, ileri görüşlülüğü ve karizmatik
yapısıyla
“Ahlat
Şenlikleri”
adıyla kültürel bir etkinliği başlatmıştı. Türkiye’nin pek çok yerinde “Festival”, “Şenlik”, “Kültür Haftası” gibi kavramlar
bilinmezken Ahlat’ta bir hafta süreyle kapsamlı bir kültürel
etkinliğin başarı ile yapılması dikkatleri üzerine çekiyordu. Ahlat Türkiye
genelinde pek çok yerin haberdar bile olmadığı bu etkinliklerle bir adım öne geçiyordu
adeta.
Ben genç yaşımda bu etkinlerde yükün
önemli bir bölümünü yüklenen biri olarak dikkatleri çekiyordum. Dönemin
Belediye Başkanı Sıtkı Sayın’ın gereksinim duyduğu her seferinde belediye
hoperlöründen “İlhami Nalbant, İlhami
Nalbant, lütfen Belediye’ye geliniz.” (O zaman soyadım Nalbant idi)
şeklindeki anonsları beni, aranılan biri olmak havasına soktuğu gibi, başta
babam olmak üzere çevremdeki yakınlarım arasında da bana prestij
kazandırıyordu. Hikmet Abimin bu anlamda beni destekleyen, yönlendiren
yaklaşımı da hoşuma gitmiyor değildi.
Hikmet Abi, dönemin Belediye Başkanı Sıtkı Sayın’ın hem
akrabası hem de akranıydı. Zaman zaman
Ahlat Belediye meclisinde birlikte görev yapmışlar, iki aydınlık kafa
olarak birbirleriyle pek çok şeyi paylaşmışlar.
Üniversiteye
girmek için artık Ahlat’tan ayrılmam gerekiyordu. Yılda birkaç günlüğüne Ahlat’a
gelebiliyordum. Ahlat’a her geldiğimde, dükkanının önünden geçerken göz göze
geldiğimiz ve cama “tık tık” vurarak
beni yanına çağıran Hikmet Abimin, en yakın
sohbet arkadaşlarından biri olmuştum.
Başbakanlığa
girmiş, vatani görevimi Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Yunanistan sınırında
Keşif Takım Komutanı olarak görev
yaptıktan sonra kısa bir tatil için Ahlat’a döndüğümde pek çok akrabam,
arkadaşım, hemşehrim ve ailem yanında Hikmet Abimin de büyük iltifatlarına
tanık oluyordum..
Artık her
Ahlat’a gittiğimde Ailemle hasret giderdikten sonraki ilk uğrak yerlerimden
biri Hikmet Abimin dükkanı olmuştu. Beni büyük bir heyecanla karşılıyor,
bitişikteki “Yaşar’ın Kahvesi”nden
çayımı söylüyor ve koyu bir sohbete dalıyorduk.
Entelektüel bir insandı, oturduğu,
işini yaptığı yerden her daim açık olan radyosundan ülkenin tüm haberlerini
izliyor, kendi mantığıyla siyasi konularda yorumlar yapıyordu. Ülkenin bir
görünen yanı ve radyolara haber olan konuları, bir de görünmeyen, haber
bültenlere yansımayan yönünün olduğunu biliyordu. Bu yüzden benimle olan
sohbetlerini genellikle ikinci şıktaki
gelişmelerden oluşturuyordu.
Başbakanlık
Merkez Teşkilatında çalışıyor olmamın özellikle siyasi haberlerin tam
merkezinde olduğum anlamına geldiğinden, mümkün olduğu kadar benim bilgi ve
deneyimlerimi, görüş ve düşüncelerimi paylaşmayı yeğliyordu.
Sohbetlerimiz uzun sürüyor, yaklaşık
yirmi dakikada bir gelen bitişikteki kahveci Yaşar’ın getirdiği demli çayların
sayısı üçü, beşi buluyordu.
Araya yıllar giriyor, Ahlat’a gidişlerim iyice seyrekleşiyordu.
Uzun yıllar görüşemedik, sonraları rahatsızlandığı, tedavi için İstanbul’a
gittiğini haber almıştım. Bir süre tedavi gördükten sonra İstanbul’da yaşama
gözlerini yummuştu.
Ahlat, bir
kentsoylu aydınını daha kaybediyordu, rahmetle, minnetle, şükranla…