17 Ekim 2017 Salı

AHLAT'IN İLK RADYOCUSU: HİKMET SAYIN, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

AHLAT'IN İLK RADYOCUSU:
HİKMET SAYIN
Çok küçüktüm, babamın dükkanının önünde oyuncaklarımla oynuyordum.
Eski Radyolardan Bir Örnek
Birden çevremdeki esnaf ve insanlarda bir hareketlilik meydana geldi, bir şey olmuştu, herkes endişeli bir şekilde ve hararetli olarak birbirine bir şeyler anlatıyordu. İnsanların konuşmalarından duyduğum kadarıyla bir kaza olmuştu, ama nerede nasıl olmuş, kime ne olmuş gibi detaylara ulaşmak gibi bir lüksüm yoktu, henüz kimsenin beni ciddiye almayacağı yaştaydım zira.
Akşam eve geldikten sonra annem Miyeser Hanım bana olayı bütün detayları ile  ve benim anlayacağım bir biçimde anlattı;
“Akrabamız Gülizar Hanımın büyük oğlu Hikmet Abi,  sahibi olduğu kamyonla  seyir halindeyken Ahlat’ın Yamlar mevkiinde bir trafik kazası geçirmiş ve yaralanmıştı.”
Bu bilgileri verdikten sonra ben ve kardeşlerime yemeklerimizi yedirip  hemen yanı başımızdaki Hikmet Abilerin evine gitmişti. Hem son gelişmeleri öğrenmek, hem de üvey teyzesi  Gülizar Hanım’ın  bu zor gününde yanında olmak için.
Gülizar Hanım, annemin üvey teyzesiydi, anadan mı yoksa babadan mı üvey olduğunu bilmiyorum. Üvey olduğundan olsa gerek annemin diğer kardeşleri Kadriye ve Bedriye teyzemlere göre daha mesafeli duruyorlardı. Gülizar Hanım’ın eşi Halit Hoca idi. Halit Hoca, evimizin yakınındaki “Yukarı Cami”nin imamıydı. Çok hızlı “Teravih Namazı” kıldırmakla ünlüydü. Gülizar Teyzemin Hikmet abiden başka bir oğlu ve bir kızı daha vardı. Kızı Emin Aydoğan ile evliydi. Oğlu ise Şevket Abiydi. Şevket Abi, İzmir’in Dikili İlçesinin bir köyündü öğretmendi. Görev yaptığı köyde bir bayanla evlendi ve oraya yerleşti. Halen orada yaşamını sürdürmektedir.
O gün Annem Hikmet Abilerden döndüğünde daha detaylı bilgiler veriyordu: “Hikmet Abi’nin geçirdiği bu kazada ayağı kırılmış, doktorlar çok fazla bir şey yapamayacaklarını söylemişler. Ancak büyük kentlerdeki hastanelere gitmesi halinde tedavisinin mümkün olabileceğini belirtmişler.”
Hikmet Abi, Bitlis’in köklü ailelerinden birinin kızları Raika Hanım ile evliydi. Bahadır ve Mustafa adlarında iki oğlu, Neriman ve Canan adlarında iki kızı vardı.
O günün koşullarında Hikmet Abi’nin daha iyi koşullarda tedavi görmesi  mümkün olamamıştı. Hikmet Abi, ayağını kaybetmemiş, ancak kullanabilme şansını yitirmişti. Bu durum karşısında  bunun bir kader olduğu inancıyla yaşamına kaldığı yerden ve bu şekliyle devam etmeye karar vermişti.
Daha sonraki yıllarda tıp alanında meydana görülen gelişmelere karşın bedeninden bir organının eksilmesine gönlünün razı olamayacağını düşünerek, yaşamının bundan sonraki bölümünü bu şekilde geçirmeyi göze almıştı.
Uzun bir tedavi ve düşünme döneminden sonra, önce kendine iki adet koltuk değneği temin etmiş, ardında da bu haliyle ekmeğini nasıl kazanabileceğinin arayışı içine girmişti. Günlerce süren araştırmalar, incelemeler, fikir edinmeler, bilgilenmeler, sorup-soruşturma evrelerinden sonra kararını vermişti: Radyo Tamirciliği yapacaktı.
O yıllarda Ahlat’ta radyo tamirciliği yapmak şöyle dursun, radyonun kendisi bile çok bulunan bir meta değildi. Ne var ki, Hikmet Abi, yaratıcı zekasıyla, asıl olan zoru başarmak ilkesinden hareket ederek bir ilke imzasını atıyordu.
Vatani görevini muhabere Çavuşu olarak yapmıştı. O günün koşulları içinde iletişim araçlarının teknik özellikleri hakkında hatırı sayılır bir deneyimi vardı. Bu altyapı ile radyoların onarımı konusunda kendisine güveni tamdı. İşe bir yerinden başlayacak, zamanla kendisini geliştirecekti.
Mazlum Yegül caddesinin en hareketli yerinden bir dükkan kiraladı. Bir de çırak aldı yanına, onu da yetiştirebileceğini düşünüyordu.
Artık sabahları evinden çıkıyor, iki koltuk değneğiyle Malazgirt Caddesinde yokuş aşağı inerek işyerine geliyordu. Günün sonuna doğru, gene koltuk değnekleri ile yokuş yukarı evinin yolunu tutuyordu.
Türkiye, Cumhuriyet sonrası bir atılım ve gelişme  dönemine girmişti. İlk yıllarda sadece kahvelerde bulunan, halkın o dönemlerde “ajans” diye adlandırdığı güncel haberleri bile kahvelerdeki radyo alıcılarından dinlediği dönem gerilerde kalıyordu. Radyocu Hikmetin dükkanının bitişiğindeki Behçet Horasan’ın dükkanında Philips marka radyolar vitrinlerde yer almaya başlıyordu. Ahlat halkı iş güç sahibi olunca, bütçesine bir miktar para girmeye başlayınca ilk iş olarak evine bir radyo almaya başlamıştı. Bu gelişme Radyocu Hikmet’in işlerinin açılmasına sebep oluyordu. Hatta öylesine gelişiyordu ki Ahlat dışında Adilcevaz, Malazgirt gibi ilçelerin yanı sıra köylerden gelen arızalı radyolar, Hikmet Sayın’ın dükkanının raflarını doldurmaya başlamıştı.
           O sıralar ben, liseyi, bitirmiş, üniversiteye girmek için bekliyordum. Boş geçen günlerimi değerlendirmek, babamın kısıtlı bütçesine katkıda bulunmak amacıyla boş bir dükkanda tabela yazmaya başlamıştım. Ahlat’taki esnafın tabelalarını yazıyor, hem bir gelir elde ediyor, hem de mevcut tabelalardan daha kaliteli tabelalar yazarak dikkati üzerime çekiyordum.
Bir gün Hikmet Sayın’ın dükkanının önünden geçerken  dükkanın camına tıklayıp beni yanına çağırdı. Bana; “Aferin güzel tabela yazıyorsun, bana da bir tane yazar mısın?” dedi. Sevinçten havalara uçmuştum.
Üvey teyzemin oğlu olan ve aramızdaki yaş farkı nedeniyle iletişim kurmakta zorlandığım Hikmet Sayın’ın bu teklifi, benim moral motivasyonumu yükseltmişti. Demek ki iyi şeyler yapıyormuşum diye düşünmeye başladım. Ayriyeten kendimden daha büyük insanlarla diyaloga girmenin ilk aşamasında olmaktan da memnun oluyordum.
İstediği tabelayı yazıp götürdüm, çok beğendi, beni yüreklendirdi, bana cesaret verdi. Bu duygularla tabelayı dükkanına asmayı önerdim kabul etti. Bu görevi de yerine getirdikten sonra,  dükkanın önünden her geçtiğimde tabelaya bakıyor, mutlu oluyordum Yıllar sonra onun da gençlik yıllarında iyi bir tabelacı olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Bana bu konudan hiç bahsetmemesi onun geçmişe takılı kalmayışının bir göstergesi gibi geldi bana..
 O yıllarda Ahlat Kaymakamı Hüseyin Avni Uzun,  ileri görüşlülüğü ve karizmatik yapısıyla
“Ahlat Şenlikleri” adıyla kültürel bir etkinliği başlatmıştı. Türkiye’nin pek çok yerinde “Festival”, “Şenlik”, “Kültür Haftası” gibi kavramlar bilinmezken Ahlat’ta bir hafta süreyle kapsamlı bir kültürel etkinliğin başarı ile yapılması dikkatleri üzerine çekiyordu. Ahlat Türkiye genelinde pek çok yerin haberdar bile olmadığı bu etkinliklerle bir adım öne geçiyordu adeta.
            Ben genç yaşımda bu etkinlerde yükün önemli bir bölümünü yüklenen biri olarak dikkatleri çekiyordum. Dönemin Belediye Başkanı Sıtkı Sayın’ın gereksinim duyduğu her seferinde belediye hoperlöründen “İlhami Nalbant, İlhami Nalbant, lütfen Belediye’ye geliniz.” (O zaman soyadım Nalbant idi) şeklindeki anonsları beni, aranılan biri olmak havasına soktuğu gibi, başta babam olmak üzere çevremdeki yakınlarım arasında da bana prestij kazandırıyordu. Hikmet Abimin bu anlamda beni destekleyen, yönlendiren yaklaşımı da hoşuma gitmiyor değildi.
            Hikmet Abi,  dönemin Belediye Başkanı Sıtkı Sayın’ın hem akrabası hem de akranıydı. Zaman zaman  Ahlat Belediye meclisinde birlikte görev yapmışlar, iki aydınlık kafa olarak birbirleriyle pek çok şeyi paylaşmışlar.
Üniversiteye girmek  için  artık Ahlat’tan ayrılmam gerekiyordu.  Yılda birkaç günlüğüne Ahlat’a gelebiliyordum. Ahlat’a her geldiğimde, dükkanının önünden geçerken göz göze geldiğimiz ve cama “tık tık” vurarak beni yanına çağıran Hikmet Abimin,  en yakın sohbet arkadaşlarından biri olmuştum.
Başbakanlığa girmiş, vatani görevimi Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Yunanistan sınırında Keşif Takım Komutanı olarak  görev yaptıktan sonra kısa bir tatil için Ahlat’a döndüğümde pek çok akrabam, arkadaşım, hemşehrim ve ailem yanında Hikmet Abimin de büyük iltifatlarına tanık oluyordum..
Artık her Ahlat’a gittiğimde Ailemle hasret giderdikten sonraki ilk uğrak yerlerimden biri Hikmet Abimin dükkanı olmuştu. Beni büyük bir heyecanla karşılıyor, bitişikteki “Yaşar’ın Kahvesi”nden çayımı söylüyor ve koyu bir sohbete dalıyorduk.
            Entelektüel bir insandı, oturduğu, işini yaptığı yerden her daim açık olan radyosundan ülkenin tüm haberlerini izliyor, kendi mantığıyla siyasi konularda yorumlar yapıyordu. Ülkenin bir görünen yanı ve radyolara haber olan konuları, bir de görünmeyen, haber bültenlere yansımayan yönünün olduğunu biliyordu. Bu yüzden benimle olan sohbetlerini genellikle   ikinci şıktaki gelişmelerden oluşturuyordu.
Başbakanlık Merkez Teşkilatında çalışıyor olmamın özellikle siyasi haberlerin tam merkezinde olduğum anlamına geldiğinden, mümkün olduğu kadar benim bilgi ve deneyimlerimi, görüş ve düşüncelerimi paylaşmayı yeğliyordu.
            Sohbetlerimiz uzun sürüyor, yaklaşık yirmi dakikada bir gelen bitişikteki kahveci Yaşar’ın getirdiği demli çayların sayısı üçü, beşi buluyordu.
            Araya yıllar giriyor,  Ahlat’a gidişlerim iyice seyrekleşiyordu. Uzun yıllar görüşemedik, sonraları rahatsızlandığı, tedavi için İstanbul’a gittiğini haber almıştım. Bir süre tedavi gördükten sonra İstanbul’da yaşama gözlerini yummuştu.
Ahlat, bir kentsoylu aydınını daha kaybediyordu, rahmetle, minnetle, şükranla…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder