12 Ekim 2020 Pazartesi

2020 EKİM DURUM, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

                  2020-EKİM-DURUM

      Değerli Okuyucularımız,

     Vatan Şairimiz Namık Kemal’in önemli bir sözü vardır; “Ne efsunkar imişsin ey didar-ı hürriyet, esiri aşkın olduk amma kurtulduk esaretten” Günümüz Türkçesiyle; Ne büyüleyici şeymişsin sen hürriyet, esaretten kurtulduk amma sana da aşık olduk.

Yıllar evvel söylenen bu sözü 2020 dünyasında söyle söylemek çok mu yanlış olur bilmiyorum.

      “Ey virüs-ü Korona, ne güçlü şeymişsin sen, bizi evlere kapattın amma, mafya dizilerinin de esiri ettin.” Yanlış mı, sadece ülkemizde değil tüm dünyayı virüs gibi mafya dizileri esir almış.

      Her TV kanalında, her akşam ayrı bir mafya dizisi. Bu dizilerin toplumu, gençleri, çocukları nasıl olumsuz etkilediğini görmüyor mu, sırf bu amaçla hayata geçirilmiş olan ilgili kuruluş?

      Alanlarına girmeyen işlerle uğraşmaktan, asıl işlerini ihmal etmiş olmasınlar!..

      Her gün bu dizilerden etkilenip, olur olmaz olayları gerçekleştiren bu şiddet içeren örnekleri, bilim insanlarına, sanata ve sanatçıya, kadına, çocuğa yapılan saldırıları bu toplum insanı görmek istemiyor! Lütfen! Lütfen! Lütfen!

     Saygıyla… 

5 Ağustos 2020 Çarşamba

VAN GÖLÜ'NDE HÜZÜN, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

     VAN GÖLÜ’NDE HÜZÜN

DENİZLERDE YAŞANAN GÖÇ DRAMI VAN GÖLÜ’NE SIÇRADI

Akdeniz ve Ege’de zaman zaman karşılaştığımız “İnsanlık Dramı”nın  bir benzerinin Van

Gölü’nde yaşanması,  sadece yöre insanının değil tüm Ülke insanımızın da yüreğini sızlattı.

      Güzelliği ile övündüğümüz göz bebeğimiz Van Gölü’müz, oldu olalı ilk kez böyle büyük bir faciaya sahne oldu.

      27 Haziran 2020 günü Gevaş’ta  göçmenleri  teknesine alarak Van Gölü'ne açılan Sedat ve Medeni Akbaş'tan uzun süre haber alınamaması üzerine, mahalle  muhtarı güvenlik güçlerine kayıp ihbarında bulundu.

      Güvenlik görevlileri tarafından yapılan arama çalışmaları sonucunda, teknenin enkazına Çarpanak Adası yakınlarında 110 metre derinlikte rastlandı.

Teknede bulunan göçmenlerin cesetleri gölden toplanmaya çalışıldı. Günlerce süren arama çalışmalarının sonucunda ölen sayısı 60’a yükseldi.

      Daha önceki dönemlerde de birkaç kez küçük çaplı tekne kazaları yaşanmış olmasına karşın 60 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu kazanın yöre halkı üzerindeki etkisinin büyük olduğu görülmektedir.

      İnsanoğlunun varoluşundan günümüze bu göç ve göçmen olayı süregelmektedir. Bundan sonra da kuşkusuz devam edecektir. Bu olayın büyük dramlara meydan vermeyecek biçimde gerçekleşmesi dileğimizdir.


DURUM AĞUSTOS 2020 AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU
    DURUM   AĞUSTOS 2020

               Değerli Okuyucularımız,

      Pınar Gültekin adlı güzeller güzeli Bitlisli hemşehrimizin hunharca katledilmesi tüm Türkiye’yi yerinden sarstı.

      Bitlisliler olarak elbette acımız büyüktür. Bakınız bu güzel kızımızın, benzer bir kaderi yaşayan Özgecan Aslan hakkındaki sözlerine;

      “Canım yanıyor, bir türlü geçmiyor, sanki kız kardeşimin başına gelmişçesine canım acıyor, içim parçalanıyor. Nice Özgecan’lar gitti, artık yeter. Böyle şerefsizler asılmalı.”

      Ahh!.. Sevgili Pınar’ımız, şimdi de senin için tüm Türkiye’nin canı acıyor, içi parçalanıyor. Ne acıdır ki zaman içinde bu tür  yürek parçalayan olayların azalacağı yerde tırmanışa geçtiğine tanık oluyoruz.

      Pınar Gültekin olayı Türkiye’yi ayağa kaldırdı, bu üzücü olayı  kınayalım derken sokağa dökülen kadınlarımızın şiddete maruz kalması ise sorunun  kökten çözümü anlamında olumsuz bir izlenim bırakmadı dersek doğru bir değerlendirme yapmış olmayacağız.

      Saygıyla…

4 Ağustos 2020 Salı

KÜFREVİ AİLESİ, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

KÜFREVİ AİLESİ
 Elli’li yılların ortalarında Ahlat Kaymakamı Mazlum Yegül, Merkez Mahalle olan Erkizan Mahallesi’nin çehresini değiştirecek, o günün koşullarına göre çok modern bir kent yapılanması faaliyetlerine girişmişti. Yeni açılan caddenin iki yanına dükkanlar, ortalara doğru bir kent meydanı ve Van Gölü’ne hakim bir tepede de Ahlat Parkı’nı yaptırıyordu.  Parkın ortasına “Van Gölü’ şeklinde bir havuz yapılmış ortasına da bir fıskiye yerleştirilmişti. Bu yeni yapılanma Ahlat’ı çevre il ve ilçelerden farklı kılıyordu.
Cesim Küfrevi
       Güzel bir sonbahar günüydü, öğlen saatlerinde tavanı beyaz, yeşil renkli bir pikap, Abdullah Nalbant Usta’nın, Mazlum Yegül Caddesi üzerindeki dükkanının önünde durdu. İnen yolcular, kaldırımda bulunan  küçük kendirle örülmüş taburelere oturdular.
      Çevredeki çocuklardan biri, dükkanın hemen arkasındaki boşlukta nalbantlık yapan Abdullah Usta’ya  “ Usta misafirleriniz geldi” diye haber verdi.  Yere yatırdığı öküzün nallarını çaktıktan sonra ellerini yıkayan Abdullah Nalbant Usta, misafirlerine hoş geldin demek için dükkanın önüne geldi.
      Taburelerde oturanlardan kendi yaşında olan birine büyük bir saygı ile  yaklaşıp “Hoş geldin Kurban” diyerek elini öptü, diğerleriyle de tokalaşıp, hoş geldiniz dedikten sonra, elini öptüğü zatın hemen  yanında, kendisi için ayrılan tabureye oturdu.
      Karşılıklı hal hatır sormalardan sonra, Abdullah Nalbant Usta, dükkanın hemen karşısındaki dükkanda çaycılık yapan Kahveci Osman’a yüksek sesle seslenerek misafirlere çay getirmesini söyledi.
      Abdullah Nalbant Usta’nın misafirlerini gören dükkan komşuları, Bakkal Salih Gogo,  bitişiğindeki Kasap Musa Dayı, onun bitişiğindeki Sebzeci Abbas, tam karşı dükkandaki Bizim Berber İdris Bayındır, az ötedeki komşu Yunus’un Şevket ve diğer komşular, teker  teker gelip aziz misafirin elini öpüp, kendi dükkanlarının önünden getirdikleri taburelere oturarak sohbete  katılıyorlardı.
      Kahveci Osman, getirdiği çayları konuklara dağıtıyor, yeni gelenleri gördükten sonra gidip onlara da çay getiriyordu, o gelinceye kadar başka komşular gelip sohbete dahil oluyorlardı.
      Her ne kadar sohbet desek de aslında sohbetten çok farklı bir ortam vardı, ortadaki kişi konuşuyor, etraftakiler, huşu içinde onu dinliyorlardı. Hiçbir kimseden çık dahi çıkmıyordu. Çok seyrek de olsa arada çekinerek soru soranlar da yok değildi.
      Konuşan kişi, dünyada ve Türkiye’de olan bitenden, yeni gelişmelerden, insani değerlerden, iyilik yapmaktan, eğitimin öneminden, çocukların okutulmasından, hastalıklardan, yeni çıkan ilaçlardan, kendi seyahatlerinden, yolculuk sırasında karşılaştığı ilginç olaylardan söz ediyordu.
Tahsin Yaşar Öztürk ile
      Bir süre sonra konuklar kalktılar, sırasıyla herkesle tokalaşıp, pikaba binmek üzereyken,  konuk olan kişi birden bana doğru geldi, cebinden bir şey çıkarıp bana uzattı. Çekinerek aldığım şey bir şekerdi, utanarak elimde gizledim, konuklar pikapla uzaklaştıktan  sonra ilk işim kağıdını açıp yemek oldu. İlk kez yediğim bir şekerdi, çok hoşuma gitmiş, tadı damağımda kalmıştı.
      Aradan 10-15 gün kadar geçmişti, çarşının diğer ucundan babamın dükkanına doğru gelirken, dükkanın önünde yeşil pikabın durduğunu gördüm. Aynı kişilerin geldiğini  ve bana gene şeker verebileceğini düşünerek koşar adımlarla dükkanın önüne geldim. Ortada oturan, kısa boylu, güler yüzlü kişi aynıydı ama yanındakiler farklı kişilerdi. Gene komşular toplanmış, gene çaylar söylenmişti.
      Aziz misafir gene konuşuyor etraftakiler dinliyorlardı. Usulca yaklaştım, kenardan olup bitenleri seyrediyordum. Bir süre sonra gene kalkıp etraftakilerle vedalaşıp pikaba bineceklerken gene bana o sıcak elden bir şeker uzatılmıştı. Ve ben gene bu şekerden çok mutlu olmuştum.
      Bu kez belleğime kaydetmiştim, o güler yüzlü, sevecen ve her seferinde bir şekerle minik kalbimde kendine bir yer edinen kişiyi. Bu kez pikabının plakasını bile ezberlemiştim. 13 AC 65 plakalı yeşil pikap bir daha ne zaman gelir diye yolunu gözler olmuştum.
      Bir ayda ya da iki ayda bir bu buluşma gerçekleşiyordu, her seferinde bir şeker benim vazgeçilmezim olmuştu. Bu yüzden yaşım büyüdükçe ilgim de o derece artıyordu. Hatta sorgulama aşamasına bile gelmiştim. Artık bazı şeyleri babama sorarak öğrenme aşamasındaydım.   Bu benim gönlümü fetheden kişinin adının Cesim Küfrevi  olduğunu, Bitilis’te oturduğunu öğrenmiştim.
      Cesim Küfrevi, Ailesi’nin en büyüğü olan tarihe iz bırakan, bölgenin çok sevilen ve sayılan şahsiyetlerinden Muhammed  Küfrevi’nin 4. Kuşaktan torunudur.
      Cesim Küfrevi’nin Ahlat’tan her geçişinde Abdullah Nalbant Usta’nın dükkanının önünde mola vermesi, Abdullah Nalbant Ustaya verdiği değerin bir gösterisiydi. Kimi zamanlar da evde ağırlanırdı, Cesim Küfrevi.
      Geleceği önceden haber alınınca, evde bir telaştır başlardı. Annem, çeşitli yemekler hazırlar,  bu  yemekler arasında mutlaka “Kıymalı su böreği” yer alırdı. Aziz misafirimiz su böreğini çok sevdiğini, annemin yaptığı böreğin başkalarından çok farklı olduğunu öve öve bitiremezdi.
      Biz çocuklar  onun etrafında pervane olurduk, hepimizin payına mutlaka bir hediye düşerdi.
      Bu sıcak ilişki yıllar boyu sürdü, bu arada ben Ahlat Orta Okulu’nu bitirmiştim, liseye devam edecektim, ancak Ahlat’ta lise yoktu. Diyarbakır
Ziya Gökalp Lisesi’nde eğitime başlamıştım. 
      İlk kez evden ayrıldığım için Diyarbakır’daki günlerin sıkıntılı geçiyordu. Ahlat’tan sonra, o dönem “Şarkın Parisi” olarak tanımlanan kente uyum sağlamakta zorlanıyordum.
      Bir gün parasız pulsuz bir vaziyette Diyarbakır sokaklarında  amaçsız bir biçimde dolaşırken Cesim Kürevi’nin yeşil pikabını İskender Paşa Camii’nin önünde gördüm. Namaz kılıyor olabileceğini düşünerek beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra geldi, beni  beklerken görünce çok şaşırdı, durumu anlattım çok memnun oldu. Bir isteğimin olup olmadığını sordu, teşekkür edip  elini öperken her zaman olduğu gibi ayrılırken gene cebime bir şey tıkıştırdı.
      Utancımdan  bir şey diyemeden ayrıldım, biraz uzaklaştıktan sonra cebimi kontrol edince 15 lira olduğunu gördüm. 60’lı yılların başında bu paranın bir öğrenci için ne kadar önemli olduğunu parasızlık çekenler iyi bilirler.
      Bir süre sonra liseye Bitlis’te devam etmeye başlamıştım. Bitlis’e her gidişimde babam, Küfrevi Ailesi’ne verilmek üzere mutlaka bir hediye elime tutuşturuyordu. Bu hediye, kimi zaman bahçemizde yetişen bir sepet Ahlat’ın ünlü kayısısı veya kirazı, kimi zaman  fındık, kimi zaman da babamın bahçemizdeki güllerden yaptığı gül reçeli oluyordu.
Bitlis Lisesi Mensur Tunç, ben ve Tuna Öktem
      Her yıl yeni mahsülden  yapılan döğme ya da bulgurun Küfrevi Ailesi’ne gönderilmesi de gelenek halini almıştı. Her hediye götürdüğümde anneme verilmek üzere mutlaka bir karşılığı da oluyordu.
      Bir gün Cesim Küfrevi ile Bitlis Belediyesi önünde karşılaştık, halimi hatırımı sorduktan sonra nerede kaldığımı sordu. Birkaç arkadaşla birlikte bir evde kaldığımı söyleyince, kalabalıkta ders çalışamazsınız diye benim bir arkadaşımı da yanıma alarak evlerinin bitişiğindeki boş eve taşınmamı istedi.
      Çocukluk ve okul arkadaşım Tahsin Yaşar Öztürk ile birlikte bekar evindeki eşyalarımızı toplayarak gösterilen boş eve taşındık. Gerçekten de burada rahat etmiştik, arada bir hizmetçilerle  gönderilen yemek ve yiyecekler bize ilaç gibi geliyordu. Birkaç kez de iftar sofralarını bizimle paylaşmışlardı.
      Küfrevi Ailesi, kış aylarını İstanbul’da geçiriyordu, bu dönemlerde Bitlis’te ise metrelerce kar yağıyordu. Böyle olunca boş evin de bazı yapılması zorunlu işleri oluyordu. Evde sürekli kalan hizmetli Temir Efendi bu işlerin üstesinden gelmekte zorlanıyordu. Orada kaldığım süre boyunca Temir Efendi’nin yapamayacağı resmi ya da bazı özel işlemleri yapmakta ona yardımcı oluyor, yaklaşık 15-20 günde bir durumu yazdığım mektuplarla İstanbul’a bildiriyordum.
      Lise bittikten sonra, Öğretmen Okulu fark derslerini vermek için Erciş’e gitmiştim. Bir gün Cesim Küfrevi’nin yeşil pikabını gördüm. Yanına gittiğimde, tıpkı Ahlat’ta olduğu gibi burada da insanlar çevresini sarmış anlattıklarını dinliyorlardı. Beni görünce hemen yanına çağırdı. Konuşmasını kesip hatırımı sordu, durumu anlattım hemen çevresindeki insanlarla vedalaşarak ayrıldı.
      Birlikte yeşil cipine bindik Öğretmen Okulu’nun bulunduğu Ernis’e kadar gittik. Burada beni Okul Müdürü Vahit Gazioğlu ile tanıştırdı ve bana yardımcı olmasını rica etti. Daha sonra vedalaşarak ayrıldık, Muradiye’ye doğru devam ettiler, yanındaki yol arkadaşlarıyla birlikte.
      Bir süre sonra artık Ankara’ya gelmiştim, her bayramda  kendi yaptığım tebrik kartları ile bayramlarını kutluyor, minnettarlığımı ve saygımı belirtiyordum. Daha sonraları vatani görevimi yaparken tayinim Tekirdağ’ın Malkara İlçesine çıkmıştı. Malkara’ya giderken İstanbul’daki evlerini ziyaret etmiş elini öpmüştüm. Askerlik sonrası Ankara’ya dönmüş Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğündeki görevime başlamıştım.
      Bu kez ziyaret faslı Cesim Küfrevi Beye geçmişti. Ankara’ya her yolu düştüğünde beni ziyarete geliyor, kıymetli hediyeleriyle beni mahcup ediyordu. Başbakanlığa geldiği zamanlarda, tıpkı yıllar evvel Ahlat’ta insanları başına topladığı gibi çalışma arkadaşlarımı odaya topluyor, onlara kıymetli hediyeler sunarak beni onurlandırıyordu.
      Bir gün  bir yakınımın vefatı nedeniyle taziye ziyaretinde bulunmak için İstanbul’a gitmiştim, Cesim Küfrevi Bey’e telefon ederek İstanbul’da olduğumu  bildirdiğimde beni Üsküdar’daki evlerine davet etti. İlk kez evlerini görecektim, çok heyecanlıydım. Ailenin tüm bireyleri beni sıcak karşıladılar. Ziyaret olağan süresini aşmaya başlamıştı. Sık sık izin istemeye yelteniyordum, her seferinde daha erken diye geçiştiriliyordu. Sonra benim onlara yapıp bayramlarda gönderdiğim tüm bayram kartlarını önüme serdiler. Bu kartları atmayıp saklamaları beni çok şaşırtmış,  bir o kadar da mutlu etmişti.
      Kaderin cilvesine bakınız ki, 5-6 yaşlarındayken Ahlat’ta başlayan ve zamanla büyüyüp gelişen bu sıcak ilişkinin sonucunda, Cesim Küfrevi Bey’in vefatının ardından naaşının Bitlis’teki Dedesinin yanına defni Kararnamesinin kaleme alınışını Allah bana lütfederek onurlandırmıştı.   

4 Temmuz 2020 Cumartesi

YENİ NORMAL, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


KORONA VİRÜS YAŞAM TARZIMIZI ŞEKİLLENDİRİYOR…
YENİ NORMAL
MASKE, MESAFE VE HİJYENLE YAŞAYACAĞIZ
  Bir virüs tüm dünyayı etkileyebilir mi diye sorsalardı kimse evet diyemezdi, 2020 yılı başlarına
Dur!.. Sosyal Mesafeye Dikkat!..
kadar. Oysa, öyle bir değiştirdi ki, tüm dünyayı muma döndürdü. Uyum sağlayamayanların da gözünün yaşına bakmıyor, alıp götürüyor…
      İyisi mi bilim dünyasının “Yeni Normal” olarak tanımladığı bu  yeni yaşam tarzına elimizden geldiğince uyum sağlamaya çalışalım.
      Türkiye olarak başarılı bir mücadele sergiledik, tüm dünyanın dikkatini üzerimize çekmişken birden işin ciddiyetinden uzaklaşarak sevimsiz sonuçla karşılaşmak durumunda kalmaktan kurtulamadık.
      Bu gevşemenin sadece Ülkemizde  görüldüğünü söylersek haksızlık etmiş oluruz. Gelişmiş Batılı ülkelerde de çok daha ileri boyutta bir umursamazlık görüldüğünü ekranlardan izleme fırsatı bulduk.
      Yeni Normal olarak adlandırılan bu aşamada, halkımızın  güvenini kazanan Bilim Kurulu’nun önerileri doğrultusunda hareket ederek belirtilen kurallara sıkı sıkıya uymak suretiyle bu belayı başımızdan atabileceğiz. Son dönemde vak'alarda görülen artışı göz ardı edemeyiz, aman dikkat…
      Yeni Normal yaşam tarzımız ile daha sağlıklı günlere… 

DURUM TEMMUZ-2020, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


     DURUM
       TEMMUZ 2020
   Değerli Okuyucularımız,
  Korona virüs önlemleri çerçevesinde normalleşme aşamasına geçilmesi üzerine medyadan edinilen bilgilere göre Van Gölü koylarının kampçıların akınına uğradığını öğreniyoruz.
 Van Gölü koylarının cazibesi, turist çekmesi elbetteki yıllar boyu beklediğimiz bir gelişme. Ne var ki içinde bulunduğumuz süreç arzu edilen tabloya pek uygun değil.
  Bunun iki temel nedeni var, birincisi sosyal mesafe kurallarına uyulmaması halinde yeni vak'aların artacağı, ikincisi oraya gelen sayıca fazla kişi ve toplulukların çevre temizliğine gerekli duyarlılığı gösterememesi durumunda ortamın çöp yığınlarına maruz kalacağıdır.
   Bu iki önemli neden aynı zamanda çevre temizliği açısından yerel yönetimlerin, sağlık nedenleriyle de  idari makamların işini oldukça zora sokacaktır.
       Kuşkusuz ilgili makamlar gerekli önlemleri alacaklardır, büyük kentlerimizde  tanık olduğumuz kural ihlallerinden  ders almalıyız.
           Saygıyla…

15 YIL ÖNCE AHLAT GAZETESİ, BİTLİS'E YAZIK DEĞİL Mİ?, OKTAY EKİNCİ

   15 Yıl Önce Ahlat Gazetesi
                                                      EKİM  2003  SAYI  35
   BİTLİS’E YAZIK DEĞİL Mİ?
                                                                            Oktay EKİNCİ
   Gen hafta sonu, Doğubayazıt Kaymakamlığı’nın ev sahipliğiyle yapılan “Tarih, Kültür ve Sanat Sempozyumu”ndan bir gün önce Metin SÖZEN, Oktay BELLİ ve Doğu’nun en usta sürücüsü Mustafa ALÇIN ile birlikte Bitlis’e uğradık…
      12 Eylül 2003 sabahı, Van’dan yola çıkıp tarih boyunca “Anadolu’nun Denizi” olmanın gizemini taşıyan Van Gölü kıyısından Akdamar’ı seyrettikten  sonra 2235 metredeki “Kuzgunkıran Geçidi”ne tırmandık.
Ahdamar Adası

      Batıdan gelen yağmur bulutlarını buradan Van’a geçirmeyen aynı dağların arasındaki ünlü tütün tarlalarını da Bitlis İli’ne armağan eden iklim değişikliğini, doğanın yeşil örtüsüne hayran kalarak yaşadık.
      Yeniden deniz kıyısına inerek Tatvan’a vardığımızda ise artık 25 km kalan Bitlis’e kavuşmak üzere  olmanın heyecanı doruktaydı…
      Geçmişin bu soylu ve muhteşem kentiyle bir kez daha kucaklaşmanın heyecanı öyle kısa sürdü ki, daha kente girer girmez bir garip olduk ve ayrılana kadar da içimiz daraldı…
      Kentin kurulduğu derin vadiyi yaratan Bitlis Çayı  tarih boyunca Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu uygarlıkları arasındaki yegane “ulaşım ve taşınma yolunu” sağlamanın gurunu bile çoktan unutmuş görünüyor…
      Antik çağlar bir yana, 1085’te Melikşah’ın Selçuklu’ya kazandırmasına kadar Arap ve Bizans uygarlıklarıyla bezenen, Dilmaçoğlu Beyliği’ni ağırladıktan sonra da 1540’lardan sonra Osmanlı kimliğiyle vadiyi süsleyen Bitlis, 1230’lardaki Moğol yağmasından bu yana ikinci büyük tahribatını da sanki şu son “apartmanlaşma talanıyla” yaşıyor..
       O kadar ki, örneğin 2700 yıllık Urartu temelleri üzerinde yükselen ve Büyük İskender’in  komutanlarından Badlis’in İ.Ö.332’de inşa ettiği “Bitlis Kalesi” bile artık adını verdiği kentten herhalde “nefret” ediyor olmalı…
Ünlü Mimar Oktay Ekinci
      Çünkü, azman ve çirkin betonarme binalar güzelim tarihi vadiyi doldurmakla kalmamışlar. Bitlis Çayı’nın imi kolu Rabat ve Kosur’un birleştiği yerde, anıtsal bir kayalık üzerinde yer alan görkemli “içkale” surlarına bile “yaslanarak” yükseliyorlar…
      Aynı vadide, yine Bitlis’in dünyadaki en güzel “köprüler kenti” olarak nam salmasına neden olan “akarsu güzergahı”da benzer apartmanlar tarafından çoktan “yok edilmiş” durumda…
      Bu çayın ve eski köprülerin “kent kültürü ve yaşam kaynağı” olduğunu önemsemeyip, korumak yerine betonla kaplayanlar; berbat ve kimliksiz birçok katlı yapılaşmayı da “tam üzerinde” gerçekleştirmişlerdir.
      Şimdi sular bu binaların altından geçerken, yer yer üzeri açık kalan boşluklardan “Bitlis Çayı”nı sadece “çöp ve mikrop kanalı” olarak seyrediyorsunuz.
      İşte bu yürek burkan görüntü içinde yolumuzu şaşırıp, “dönülmez” işaretini de göremeyince, “ters yöndesiniz” diyerek “yasal işlem” yapmaya hazırlanan trafik polisine ister istemez dedim ki: “Bu kentin neresi düz ve yasal ki?..”
      Örneğin, “dere üzerindeki” apartmanlar acaba hangi tapu ve hangi ruhsatla yapılmış?..
      Tarihi kale duvarına “abanan”, eldeki son anıtsal yapıları kuşatan, ünlü “Bitlis’te Beş Minare”
türküsüne de ilham veren tarihi cemileri bile gözden tümüyle ırak kılan bu apartmanlar, hangi “çağdaş planlama” anlayışının ürünüdür?..
     
Tarihi Dokuyu Bozan Plansız Yapılanma
Bu soruları da merak ederek Hükümet Konağı’na girdiğimizde ise aynı pislik ve bakımsızlığın “diz boyu” olduğunu görüyoruz.
      Devletin kente “örnek” olması gereken bu en önemli binasında, “Valilik” bölümü dışındaki tuvaletler bozuk; lavabolar tıkalı ve ağzına kadar kirli su dolu; ortalık ise ilkel ve rezalet bir halde…
      Bitlisliler kimlik değerlerinden galiba bir tek “büryan”ları ile büryan suyuna pişirilen “avşor” adlı sebze türlüsüne değer veriyorlar…
      Eğer onları tadıp ta açlığımızı “yerel lezzetle” gidermiş olmasaydık, bu yazı daha da ağır olacaktı.
      Yazık değil mi bu “efsanevi” kentimize?...
        
      Oktay EKİNCİ, Aslen Karslı Türk mimar, öğretim görevlisi, Mimarlar Odası eski genel başkanı.
      Kars Ardahan Iğdır Siyasal Birikim Gazetesi Köşe yazarı. Ekinci, Cumhuriyet gazetesinde Çed Köşesi adlı köşenin yazarıdır.  Ahlat Gazetesi’nde yazıları yayımlandı
      Oktay Ekinci, 1952 Yılında Balıkesir’de doğdu,  15 Ekim 2013 tarihinde , İstanbul’da aramızdan ayrıldı.