4 Temmuz 2020 Cumartesi

YENİ NORMAL, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


KORONA VİRÜS YAŞAM TARZIMIZI ŞEKİLLENDİRİYOR…
YENİ NORMAL
MASKE, MESAFE VE HİJYENLE YAŞAYACAĞIZ
  Bir virüs tüm dünyayı etkileyebilir mi diye sorsalardı kimse evet diyemezdi, 2020 yılı başlarına
Dur!.. Sosyal Mesafeye Dikkat!..
kadar. Oysa, öyle bir değiştirdi ki, tüm dünyayı muma döndürdü. Uyum sağlayamayanların da gözünün yaşına bakmıyor, alıp götürüyor…
      İyisi mi bilim dünyasının “Yeni Normal” olarak tanımladığı bu  yeni yaşam tarzına elimizden geldiğince uyum sağlamaya çalışalım.
      Türkiye olarak başarılı bir mücadele sergiledik, tüm dünyanın dikkatini üzerimize çekmişken birden işin ciddiyetinden uzaklaşarak sevimsiz sonuçla karşılaşmak durumunda kalmaktan kurtulamadık.
      Bu gevşemenin sadece Ülkemizde  görüldüğünü söylersek haksızlık etmiş oluruz. Gelişmiş Batılı ülkelerde de çok daha ileri boyutta bir umursamazlık görüldüğünü ekranlardan izleme fırsatı bulduk.
      Yeni Normal olarak adlandırılan bu aşamada, halkımızın  güvenini kazanan Bilim Kurulu’nun önerileri doğrultusunda hareket ederek belirtilen kurallara sıkı sıkıya uymak suretiyle bu belayı başımızdan atabileceğiz. Son dönemde vak'alarda görülen artışı göz ardı edemeyiz, aman dikkat…
      Yeni Normal yaşam tarzımız ile daha sağlıklı günlere… 

DURUM TEMMUZ-2020, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


     DURUM
       TEMMUZ 2020
   Değerli Okuyucularımız,
  Korona virüs önlemleri çerçevesinde normalleşme aşamasına geçilmesi üzerine medyadan edinilen bilgilere göre Van Gölü koylarının kampçıların akınına uğradığını öğreniyoruz.
 Van Gölü koylarının cazibesi, turist çekmesi elbetteki yıllar boyu beklediğimiz bir gelişme. Ne var ki içinde bulunduğumuz süreç arzu edilen tabloya pek uygun değil.
  Bunun iki temel nedeni var, birincisi sosyal mesafe kurallarına uyulmaması halinde yeni vak'aların artacağı, ikincisi oraya gelen sayıca fazla kişi ve toplulukların çevre temizliğine gerekli duyarlılığı gösterememesi durumunda ortamın çöp yığınlarına maruz kalacağıdır.
   Bu iki önemli neden aynı zamanda çevre temizliği açısından yerel yönetimlerin, sağlık nedenleriyle de  idari makamların işini oldukça zora sokacaktır.
       Kuşkusuz ilgili makamlar gerekli önlemleri alacaklardır, büyük kentlerimizde  tanık olduğumuz kural ihlallerinden  ders almalıyız.
           Saygıyla…

15 YIL ÖNCE AHLAT GAZETESİ, BİTLİS'E YAZIK DEĞİL Mİ?, OKTAY EKİNCİ

   15 Yıl Önce Ahlat Gazetesi
                                                      EKİM  2003  SAYI  35
   BİTLİS’E YAZIK DEĞİL Mİ?
                                                                            Oktay EKİNCİ
   Gen hafta sonu, Doğubayazıt Kaymakamlığı’nın ev sahipliğiyle yapılan “Tarih, Kültür ve Sanat Sempozyumu”ndan bir gün önce Metin SÖZEN, Oktay BELLİ ve Doğu’nun en usta sürücüsü Mustafa ALÇIN ile birlikte Bitlis’e uğradık…
      12 Eylül 2003 sabahı, Van’dan yola çıkıp tarih boyunca “Anadolu’nun Denizi” olmanın gizemini taşıyan Van Gölü kıyısından Akdamar’ı seyrettikten  sonra 2235 metredeki “Kuzgunkıran Geçidi”ne tırmandık.
Ahdamar Adası

      Batıdan gelen yağmur bulutlarını buradan Van’a geçirmeyen aynı dağların arasındaki ünlü tütün tarlalarını da Bitlis İli’ne armağan eden iklim değişikliğini, doğanın yeşil örtüsüne hayran kalarak yaşadık.
      Yeniden deniz kıyısına inerek Tatvan’a vardığımızda ise artık 25 km kalan Bitlis’e kavuşmak üzere  olmanın heyecanı doruktaydı…
      Geçmişin bu soylu ve muhteşem kentiyle bir kez daha kucaklaşmanın heyecanı öyle kısa sürdü ki, daha kente girer girmez bir garip olduk ve ayrılana kadar da içimiz daraldı…
      Kentin kurulduğu derin vadiyi yaratan Bitlis Çayı  tarih boyunca Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu uygarlıkları arasındaki yegane “ulaşım ve taşınma yolunu” sağlamanın gurunu bile çoktan unutmuş görünüyor…
      Antik çağlar bir yana, 1085’te Melikşah’ın Selçuklu’ya kazandırmasına kadar Arap ve Bizans uygarlıklarıyla bezenen, Dilmaçoğlu Beyliği’ni ağırladıktan sonra da 1540’lardan sonra Osmanlı kimliğiyle vadiyi süsleyen Bitlis, 1230’lardaki Moğol yağmasından bu yana ikinci büyük tahribatını da sanki şu son “apartmanlaşma talanıyla” yaşıyor..
       O kadar ki, örneğin 2700 yıllık Urartu temelleri üzerinde yükselen ve Büyük İskender’in  komutanlarından Badlis’in İ.Ö.332’de inşa ettiği “Bitlis Kalesi” bile artık adını verdiği kentten herhalde “nefret” ediyor olmalı…
Ünlü Mimar Oktay Ekinci
      Çünkü, azman ve çirkin betonarme binalar güzelim tarihi vadiyi doldurmakla kalmamışlar. Bitlis Çayı’nın imi kolu Rabat ve Kosur’un birleştiği yerde, anıtsal bir kayalık üzerinde yer alan görkemli “içkale” surlarına bile “yaslanarak” yükseliyorlar…
      Aynı vadide, yine Bitlis’in dünyadaki en güzel “köprüler kenti” olarak nam salmasına neden olan “akarsu güzergahı”da benzer apartmanlar tarafından çoktan “yok edilmiş” durumda…
      Bu çayın ve eski köprülerin “kent kültürü ve yaşam kaynağı” olduğunu önemsemeyip, korumak yerine betonla kaplayanlar; berbat ve kimliksiz birçok katlı yapılaşmayı da “tam üzerinde” gerçekleştirmişlerdir.
      Şimdi sular bu binaların altından geçerken, yer yer üzeri açık kalan boşluklardan “Bitlis Çayı”nı sadece “çöp ve mikrop kanalı” olarak seyrediyorsunuz.
      İşte bu yürek burkan görüntü içinde yolumuzu şaşırıp, “dönülmez” işaretini de göremeyince, “ters yöndesiniz” diyerek “yasal işlem” yapmaya hazırlanan trafik polisine ister istemez dedim ki: “Bu kentin neresi düz ve yasal ki?..”
      Örneğin, “dere üzerindeki” apartmanlar acaba hangi tapu ve hangi ruhsatla yapılmış?..
      Tarihi kale duvarına “abanan”, eldeki son anıtsal yapıları kuşatan, ünlü “Bitlis’te Beş Minare”
türküsüne de ilham veren tarihi cemileri bile gözden tümüyle ırak kılan bu apartmanlar, hangi “çağdaş planlama” anlayışının ürünüdür?..
     
Tarihi Dokuyu Bozan Plansız Yapılanma
Bu soruları da merak ederek Hükümet Konağı’na girdiğimizde ise aynı pislik ve bakımsızlığın “diz boyu” olduğunu görüyoruz.
      Devletin kente “örnek” olması gereken bu en önemli binasında, “Valilik” bölümü dışındaki tuvaletler bozuk; lavabolar tıkalı ve ağzına kadar kirli su dolu; ortalık ise ilkel ve rezalet bir halde…
      Bitlisliler kimlik değerlerinden galiba bir tek “büryan”ları ile büryan suyuna pişirilen “avşor” adlı sebze türlüsüne değer veriyorlar…
      Eğer onları tadıp ta açlığımızı “yerel lezzetle” gidermiş olmasaydık, bu yazı daha da ağır olacaktı.
      Yazık değil mi bu “efsanevi” kentimize?...
        
      Oktay EKİNCİ, Aslen Karslı Türk mimar, öğretim görevlisi, Mimarlar Odası eski genel başkanı.
      Kars Ardahan Iğdır Siyasal Birikim Gazetesi Köşe yazarı. Ekinci, Cumhuriyet gazetesinde Çed Köşesi adlı köşenin yazarıdır.  Ahlat Gazetesi’nde yazıları yayımlandı
      Oktay Ekinci, 1952 Yılında Balıkesir’de doğdu,  15 Ekim 2013 tarihinde , İstanbul’da aramızdan ayrıldı.

VAN GÖLÜ'NDE DENİZ BAYRAMI, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU


   VAN GÖLÜ’NDE DENİZ BAYRAMI       
Ahlatlı Genç Yüzücüler Toplu Halde
  O gün erkenden kalkılır hazırlıklara başlanırdı. Birazdan iskeleye vapur yanaşacak, yaşlısı, genci, çoluğu çocuğu, esnafı bakkalı, kentin tüm insanları  vapura doluşacak ve erkenden Tatvan’da yapılacak “Deniz Bayramı”na göl üzerinden gidilecek.
      Büyük bir itiş-kakış’ın ardından vapura binebilenler, binemeyenler, kaçıranlar, çocuğunu bindirip kendisi binemeyenler, iskelede kalanlar yok değildi. Kalanları da üstü açık tentesiz kamyonlar taşıyordu Tatvan’a.
      Temmuz’un birinci gününün “Kabotaj Bayramı” olduğunu, “Kabotaj”ın ne demek olduğunu o yıllarda kimse bilmediği gibi, kimsenin de umurunda değildi. Varsa, yoksa yüzme yarışlarıydı önemli olan. Bunun da bir nedeni vardı elbette. Yapılan tüm yüzme yarışlarının birincileri, ikincileri hatta üçüncüleri bile bu kentin gençleri tarafından kazanılıyordu.
      Bu yarışları kazanan gençler, bölgede ünlerine ün katıyorlardı. Kent halkı öylesine önemsiyordu ki bu yarışları olayını, tüm kent işini gücünü bırakıp bir sel gibi Tatvan’a akıyordu.
      O gün koca kentte, birkaç yaşlı,, birkaç esnaf, birkaç köylü dolaşıyordu ortalarda. Kent bütün sessizliği ile akşam dönüşü ile kimin hangi yarışı kazandığı haberleri ile yaşanmış olayların öykülerini merak ediyordu.
      Genellikle geç saatlerde dönüldüğü için bu öyküler ister istemez ertesi güne sarkıyordu.
      İki iskele vardı Tatvan’da, ikisi arasındaki mesafe de 50 metreydi. Yüzme yarışlarının tek kulvarıydı, sürat yarışları için gidiş-dönüş, mukavemet yarışları için iki gidiş dönüş, kurbağalama ve sırtüstü yarışları için ise sadece gidiş yapılıyordu.
Yüz Metre Sürat Yarışları Başlıyor
      Yapılan tüm yarışların bütün derecelerinin favorileri Ahlatlı gençlerdi. Sonuçlar farklı olmuyor, favoriler yarışları kazanıyordu. Bir tek yarış vardı ki bunu Ahlatlı gençler bir türlü kazanamıyorlardı, yağlı direk yarışıydı bu.
      Dört metre uzunluğunda bir direk iskelenin üzerinden denize paralel olarak uzatılıyor, üzerine kalınca gres yağı sürülüyor, direğin ucuna da şanlı bayrağımız takılıyor. İskelenin üzerinden koşarak gelinip bayrak alınmaya çalışılacak, bayrağı alan yarışı kazanacak. Oldukça zor ama gençler için bir cesaret ve zeka yarışı.
      Bu yarışı Tatvanlı gençler kimseye kaptırmıyorlar. Bir başka yarış da ördek yakalama yarışı. Bir ördek suya bırakılıyor, tüm yarışmacılar ördeği yakalamaya çalışıyorlar, zavallı ördek her yandan yolları kesilmiş olarak çırpınıp kurtulmaya çalıştıkça gençler saldırıyorlar, sonunda yorulup kendisini şans kimden yana ise onun  ellerine teslim ediyor.
      Yarışların ardından ödül töreni başlıyor.
      Kazananlara ya bir kalem, ya bir çorap ya da bir atlet veriliyor, o günün bütçe koşullarında. Burada asıl olan ödül değil, kazanılan yarıştı kuşkusuz ve tüm yarışları Ahlatlılar kazandı övgüsü.
      Yarışan, yorulan, acıkan gençlerle, saatlerce o kızgın güneşin altında yarışmaları seyreden halk, yarışlar sonuçlanır sonuçlanmaz soluğu kentin lokantalarında, çay ocaklarında, bakkallarında alıyor. Bu tür yerler yılda bir kez yaşadıkları bu olağandışı durum karşısında, almış oldukları tüm önlemlere karşın hizmette beklenilen randımanı gösteremiyorlar.
      Saatler alıyor aşırı miktardaki müşterileri doyurmak.  İlave mönüler hazırlamaları da yetmiyor, çoğu insan aç kalıyor, yiyecek bir şey bulamıyor.
      Lokantalar yemeklerini, fırınlar ekmeklerini, bakkallar bisküitlerini tüketiyorlar bu deniz bayramında.
      Günün akşamı vapurun kalkış saatine kadar olan kısmı ise ya kentin çarşısını ve sokaklarını gezmekle ya da o gün oynanacak Tatvanspor-Bitlisspor futbol maçını izlemekle geçiyor. Vapurun kalkış saatine yakın uzun uzun çalan düdüğü, adeta yetişmeyen kalır uyarısı yapıyor. Bir hücumdur başlıyor 2 Nisan adlı vapura, binemeyenler de, yetişemeyenlerde olmuyor değil.
     
Yağlı Direkten Bayrak Alma Yarışması
Yorgun geçen gün, uzun süre güneş altında kalmanın ödülü de güneşten yanmış kıpkırmızı suratlar, derisi soyulmuş burunlar olur ve günler boyu canlılığını korurdu.
      Deniz bayramı tefrikaları ertesi günün sabahıyla birlikte dilden dile dolaşmaya başlardı. Kim kimi nasıl geçmiş, kim yarışı nasıl kazanmış, kim iyi, kim değil, sürüp giderdi, bir sonraki yıl yapılacak deniz bayramına kadar.
      Yılda bir kere bile olsa, bu sosyal etkinlikle, gençler enerjilerini atmak, güçlerini göstermek, yeteneklerini sergilemek için bir fırsat buluyorlardı. Ama burada üzerinde durulması gereken ilginç bir husus vardı. Bir kentin tüm gençlerinin bir spor dalında sergiledikleri üstün bir toplu başarı…
      Bu başarı öyküsünü devletimizin ilgili kuruluşlarına bir türlü anlatamadık. Bu kentin gençlerinin yüzmeye karşı aşırı bir yetenekleri ve ilgileri var.
      Ülke olarak hemen her alanda tüm dünyaya sesimizi duyurduk, bir yüzme sporunda bunu başaramadık. Ahlat’tan bu yetenekli sporcuların performanslarını artırmak için buraya bir kapalı yüzme havuzu yapamadık. Çok mu zor ya da pahalı, merak ediyoruz, acaba Gençlik ve Spor Bakanımız bu konuda ne düşünüyorlar?...