6 Eylül 2017 Çarşamba

ZÜRİH-MÜNİH TRENİ, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

ZÜRİH-MÜNİH TRENİ
                                                                                               İlhami NALBANTOĞLU
Zürih'ten Bir Görünüm
Görevli olarak bir aylığına İsviçre’nin Cenevre kentine gitmiştim. Bu benim ilk yurtdışına çıkışımdı. Doğal olarak tarifsiz bir heyecan yaşıyordum. Devlet olanakları ile elde ettiğim bu bir aylık süreyi azami ölçüde iyi değerlendirmeyi düşünüyordum.   
Katıldığım toplantının Türk Heyeti Başkanı Kâmran İnandı. Kamran İnan, Birleşmiş Miletler Daimi Temsilcisi olarak Cenevre’de görevliydi. Kendisiyle Cumhuriyet Senatosu Üyesi olduğu dönemlerde birkaç kez görüşmüştüm. Bu görüşmelerimiz daha ziyade iyi bir işe girebilmek içindi. Ne var ki Kamran Bey’in o günkü anlayış biçimi, kimseye ayrımcılık tanımama üzerine kurulmuştu. Hiçbir Bitlisliye işe girme ya da kamu kaynaklarından yararlanma konusunda hiçbir yardımda bulunmamayı yeğliyordu. Bu amaçla ziyaretini gittiğimizde, idealist devlet anlayışı kapsamında, güzel bir nasihat veriyor, işe girme umutlarımızı, hayallerimizi hepten yok ederek uğurluyordu.
Kendisinin bir katkısı olmamasına karşın, işe girip, Başbakanlık Merkez Teşkilatı’nda önemli bir göreve gelip, görevli olarak Cenevre’ye, hem de onun başkanlık edeceği bir toplantıya katılıyor olmamın onu pek memnun etmeyeceğini tahmin ettiğim için, ne de olsa hemşerim, hem de bir büyüğüm olarak kendisine eli boş gitmenin uygun olmayacağını düşündüm. O yıllarda çok öğündüğümüz “Türk Lokumu” ve benzeri birkaç hediyeyle gidersem gerilimi biraz hafifleteceğimi sanıyordum. Yanılmışım, ilk toplantıda, Başbakanlıktaki görevimi sordu, anlattım, dil bilip bilmediğimi sordu, bilmediğimi söyleyince kıyamet koptu. Uluslar arası gündem için toplandığımız konuları bir yana itip, Türkiye’nin bu tür toplantılara dil bilmeyen insanlar gönderdiği, bu yüzden ulusal alanda bir başarı elde edemediğimizi dile getirerek beni yeren dibine soktu, soktu çıkardı.
İlk kez yurt dışına çıkmış olmanın heyecanı ile ilkten moralimi bozmamak, bana sunulan bu olanağı en iyi bir şekilde değerlendirebilmek için soğuk kanlığımı korumaya çalıştım. Toplantı bitti, Kamran Bey’de odasına geçti. Ardından ben de gidip, sekreterine kendisiyle görüşmek istediğimi bildirdim. Sekreter içeri girdi, biraz geç çıktı, beni kabul etmeyecek diye saniyeler geçmek bilmiyordu. Sonunda lütfedip içeri aldılar. Aldığım hediyeleri beraberimde götürmüştüm, hiç beklemediğini anladım. Hediyelerimi kendisine takdim ettiğimde, mevkisi, makamı ile örtüşmeyen asil bir mahcubiyet tavrı sergiliyordu.
Münih Treni
Dil bilmediğim için kendimi kusurla saymıyordum, onun yönetim kademesinde olduğu bir sistemde benim bunu başaramamamın mümkün olamayacağını dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Kendisini örnek gösteriyordu, bunun için iki önemli hususu belirttim. Ailesinin Bitlis’ten Bursa’ya zorunlu ikamete tabi tutulmaması, ve kendisinin çok zeki bir insan olmaması halinde bunun mümkün olamayacağını anlatmaya çalıştım.
Beni toplantıda herkesin içinde çok hırpaladığını, bunun beni üzdüğünü ve bu durumda burada kalmamın bir anlamının olamayacağını anlattım. Heyet Başkanı olması nedeniyle iznini isteyerek bundan sonraki toplantılara katılmak istemediğimi belirttim. Buna itiraz etti. İlk kez bana “hemşehrim” hitabında bulunarak, beni Cenevre’de gezdirmek istediğini, bunun için gitmemem gerektiğini anlatıyordu. Bunlar beni ikna edecek hususlar olmadığı için iznini isteyerek odasından ayrıldım.
Ben İsviçre’deyim diye buraya gelen arkadaşım Süleyman Kedicioğlu otelde beni bekliyordu. Durumu ona anlattım, valizlerimizi toplayarak otelden ayrılıp Cenevre hava alanına doğru yola çıktık. Zürih’e gidecektik, burada Süleyman’ın bir arkadaşının babası bizi karşıladı. Bekar yaşıyordu, bizi evinde konuk etti. Birkaç gün burada kaldıktan sonra, Süleyman ile aramızda bazı anlaşmazlıklar çıktı ve ben Münih hava alanı üzerinden Türkiye’ye dönmeye karar vererek Münih’e gidecek olan trenden bir bilet aldım.
Güzel bir yaz sabahı, Zürih tren garından Münih’e gidecek olan trene bindim. Boş kompartmanlardan birine yerleştim, trenin kalkmasına daha vardı. Kalkış saati yaklaştıkça yolcular geliyor ve tren yavaş yavaş kalabalıklaşıyordu. Benim bulunduğum kompartmana siyah çarşaflı bir kadın ile genç bir delikanlı gelmişlerdi. Başka yolcular da vardı ama bunlar ilgimi çekmişti. Türk olabilirler mi diye düşünmeden edemedim. Ancak o dönemde siyah çarşaflı kadınlar pek görülmezdi. Belki Avrupa’da daha rahat ediyorlar diye düşünmeden edemedim. Bir süre sonra konuşmak istedim, sözlerime hiçbir yanıt alamayınca hangi ulustan olduklarına dair bir izlenim edinemedim. Başka da konuşacak kimseyi bulamayınca yolculuk bin süre sonra sıkıcı olmaya başladı. Zürih-Münih arası yaklaşık olarak 7-8 saat sürüyordu, bu süreyi nasıl geçireceğim diye kara kara düşünmeye başladım. Hep kompartmanda oturmakla zaman bir türlü geçmiyordu.
           İyice sıkılmaya başladığım bir sırada kompartmandan çıkıp koridorda biraz hava alayım diye çıktım. Camdan Avrupa’nın yeşil doğasını zevkle seyrederek derin hayallere dalmış gidiyordum. Bitişik kompartmanda da bir bey çıkıp benim yanımdaki pencereden dışarıyı seyretmeye başladı. Uzun bir süre geçtikten sonra birbirimizle bakıştık, bir elektriklenme oldu sanki, bu şık giyimli ve benden birkaç yaş büyük olduğunu sandığım kibar bey bana Fransızca nereli olduğumu sordu. Ben de ona Fransızca Türk olduğumu söyledim. Fransızca olarak başka bir soru yönelteceğini beklerken, bana Türkçe “Ben de İstanbullu bir Ermeniyim” dedi. Hiç ummadığım ve beklemediğim bir ortamda Türkçe konuşan biri ile karşılaşmak beni oldukça heyecanlandırmıştı. Konuşmamız artık Türkçe devam ediyordu, ve kendisiyle karşılaşmaktan duyduğum memnuniyeti anlattım. O da bu karşılaşmadan memnun olduğunu anlatmaya çalıştı. Beni sürekli izlediğini bir Türkten ziyade bir Hindistanlıyı çağrıştırdığımı söyledi. Bu kanıya aynı kompartmanda olan siyah çarşaflı kadın ile birlikte olduğumuzu düşünerek vardığını anlatmaya çalıştı. Onunla bir ilgimin olmadığını söyledim.
Ermeniler hakkında yalan yanlış çok şeyler duyduğum ve bildiğim için, ilk kez bir Ermeni ile karşılaşıyor olmaktan büyük bir tedirginlik duymuştum. Karşımdaki modern giyimli, şık, kibar, bilgili, yakışıklı, entelektüel bu kişiyi, zihnimde tasarladığım Ermeni tiplemesiyle bağdaştıramıyordum. İçimi bir korku sarmıştı, ya bana zehirli bir şey verirse, ya bana bilemediğim bir tuzak kurarsa, ya bana yanlış bilgiler verip, başıma dertler açarsa diye ödüm kopuyordu. Çünkü öyle kurgulanmıştım, geçmişte yaşanan iki toplum arasındaki olumlu ya da olumsuz ilişkiler bana öyle anlatılmıştı. Ben onlara karşı kin ve nefretle doluydum, ne var ki karşımdaki uygar, çağdaş kişi benim zihnimdeki önyargılarımla örtüşmüyordu. Ancak benim kalıplaşmış önyargılarım kolay kolay eriyip çözülemeyecek buz kitlelerini andırıyordu.
Münih'ten Genel Görünüm
Tren vagonunun koridor penceresinde başlayan sohbetimiz iyice koyulaşmıştı, benim kemikleşmiş önyargılarım saklı kalmak kaydıyla Türkiye’den, İstanbul’dan bahsediyorduk. Sonra bana nereden gelip nereye gittiğimi, Münih’te trenden indikten sonra ne yapacağımı, nereye gideceğimi, nerede kalacağımı, Türkiye’ye ne zaman döneceğimi sordu, tüm bu sorulara temkinli olmak kaydıyla, kimine doğru, kimine yanıltıcı ve kaçamak yanıtlar vererek sohbeti sürdürdüm. Bana, “istersen seni bu gece evimde konuk eder, ertesi gün de Münih hava alanına götürüp Ankara’ya yolcu edebilirim.” dediğinde içimi büyük bir korku sarmıştı. Ya beni evine götürüp başıma türlü türlü işkence yaparsa diye korkunç düşünceler beynimi kemiriyordu. Ne var ki karşımdaki insanın ne tavırları ne de konuştukları böyle bir izlenim vermiyordu. Ama benim önyargılarım ve şartlanmışlığım beni böyle yönlendiriyordu.
Beni ikna edebilmek için evini, iş ortamını, aile yaşamını bir bir anlattı. Münih’e inince ne yapacağımı nereye gideceğimi, nerede kalacağımı, ertesi gün hava alanına nasıl gideceğimi hiçbirini bilmiyordum, buna rağmen bu kibar insanın hiçbir önerisini korkumdan kabul etmedim. Münih’te Türklerin genellikle konakladıkları otelin adını ve adresini bana verdi, ertesi gün Münih havaalanına nereden ve nasıl gideceğimi tarif etti. Kibarca bir vedalaşmadan sonra Münih garında trenden indikten sonra ayrıldık.
2016 Yılının ilk aylarında Atatürk Araştırma Kurumu, “Türk Ermeni İlişkileri” konulu Uluslar arası bir sempozyumun Bitlis’te yapılmasını gerçekleştirdi. Bu sempozyumda ben de bir tebliğ sundum. Konusu “Ermeni Asıllı Bir Kadın ile Bir Türk Erkeğinin Ahiret Kardeşliği” idi.
Bu çalışma nedeniyle Türk-Ermeni ilişkilerine daha yakından bakma fırsatı buldum. Tebliğimde bu ilişkinin normal düzeye taşınması için her iki toplumun da gerekli duyarlılığı göstermesi gerektiğini anlatmaya çalıştım. Bu sempozyumda, yıllar evvel Münih-Zürih treninde yaşadığım olaydan söz ettim.
            Şimdi dönüp arkama baktığımda, yıllar evvel Zürih-Münih Treninde hiç tanımadığım bir Ermeni’nin bana göstermiş olduğu samimiyet ve dostluğu, kodlarıma yüklenen kin ve nefret yüzünden nasıl geri teptiğimden bugün için duyduğum utancı iliklerimde hissediyorum.
Önce insan olmak gerekiyor, ırk, dil, din, renk gibi unsurlar daha sonra gelir…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder