RAMAZAN
AHLAT’TA GÜZELDİR
Elli’li yılların başıydı, tabak orucu ile tanıdık ilk kez Ramazan
ayını. Ailenin tüm fertleri oruç tutunca, üç-dört yaşlarında “ben de oruç tutacağım” diye tutturan
çocuklar için icat edilmiş “tabak orucu” formülü. Tamam sen de
oruç tutuyorsun demek için, çocuğu üzmemek için ve gelecekte oruç tutmaya alıştırmak
için düşünülmüş bir formül.
Oruç tutuyorsunuz, acıktığınızda da
tabaktan hafi hafif atıştırıyorsunuz. Akşam iftar sofrasında da herkesle
birlikte sofraya oturup orucunuzu açıyorsunuz. Anneniz de babanız da övünerek
benim çocuğum da “tabak orucu” tuttu
diye sizi onore ediyor.
Biraz büyüyorsunuz, 30 günlük ramazan
boyunca birkaç gün oruç tutuyorsunuz. Bu günler çok gerilimli geçiyor. Babanız,
“iftarlık” denilen fındık, fıstık,
üzüm gibi yiyeceklerle ceplerinizi dolduruyor. Sizi motive ediyor, akşam iftar
sofrasının baş konuğu yerine konuluyorsunuz, yaşamınızın ilk orucunu tuttuğunuz
için.
Oruçlu günün son saatlerine doğru iftar
hazırlıkları hız kazanıyor. İlk göze çarpanlar, eline bir yumurta alanın
Fırıncı Burhan’ın dükkanına doğru yönelmesi oluyor. Fırıncı Burhan, her gelenin
yumurtasını alıp sıraya koyuyor.
Fırıncı Burhan, her Ramazan ayında işinin
en yoğun günlerini yaşıyor. Her gün kentin ekmek ihtiyacını karşılamanın
yanında ekstradan değişik ramazan pideleri yaparak halkın gönlünü kazanıyor.
Ramazan Pidesi |
Fırından çıkan tereyağlı ve yumurtalı nar
gibi kızarmış pideleri alanlar, soğutmadan tıknefes evlerinin yolunu
tutuyorlar. İkinci olarak Bakkal “Salih
Gago”nun, sırf Ramazan ayı için Diyarbakır’dan getirttiği biber turşusu
için oluşan kuyruk dikkatleri çekiyor. Salih Gago’nun prensibi herkese yüz gramdan fazla vermemek. Biber
turşusunu alanlar da yine koşar adımlarla evlerinin yolunu tutuyorlar, büyük
bir telaşla…
İftar vaktine doğru evlerde tüm
hazırlıklar yapıla dursun, çocuklar kapılara çıkmış, gelecek ezan sesini
bekliyorlar. Henüz minare yok kentte, ezanlar cami damlarından okunuyor.
Camilerin damlarından okunan ezanların dışında Acem Celal evimizin yüz elli metre kadar yakındaki evinin damından, Gardiyan
İsmail ise Kalender Mahallesindeki
evinin damından ezan okuyorlar.
Her ikisi de güzel sesleri ve okudukları
ezanlar ile birbirleriyle yarışır gibi bir izlenim bırakırlardı. Ertesi gün bir
araya gelen insanlar, hangisinin sesinin daha güzel olduğu konusunda bir sonuca
ulaşamıyorlardı.
Evimizin hemen önündeki camide ise
Muzaffer Akbaş ezan okuyordu. Kimi zaman ezan esnasında yanında durur, kimi
zaman önüne geçip dikkatle izliyordu çocuklar.
Kore Gazisi Resul Çavuş, Ahlat’ın yukarı mahallesindeki evinin
toprak damında, bir ağaç kütüğüne monte ettiği kocaman bir demir borunun
içine doldurduğu bir miktar barut ve paçavrayı, elindeki bir tokmak ile iyice
sıkıştırdıktan sonra cebinden çıkardığı muhtar çakmağı ile borunun gerisindeki deliğe temas ettiğinde,
kulaklarımızı dakikalarca çınlatan bir patlama ile iftar vaktinin geldiğini
haber veriyordu.
Her akşam evimizin yakınından gelen bu
top sesinin nasıl bir şey olduğunu merak ediyor, bir türlü kafamda
tasarlayamıyordum.
Bir gün iftar saatine yakın bir zamanda
soluğu yukarı mahalledeki Resul Çavuş’un evinin damında aldım. Resul Çavuş’un
bu mekanizmayı nasıl işlettiğini baştan sona kadar büyük bir dikkatle izleyerek
merakımı gidermiştim.
Top veya ezan sesi duyulur duyulmaz
çocuklar büyük bir bağırışla ezanın okunduğunu çevrelerine duyurarak
kendilerini iftar sofralarına atıyorlar.
İftar yapılıp yemekler yendikten, çaylar
içildikten sonra teravih namazı vakti
geliyor. Çocuklar da büyüklerle beraber teravih namazına gidiyorlar. Namaz
sırasında kimi yaramaz çocuklar, bitiremedikleri iftarlıklarını çaktırmadan
ceplerinden çıkarıp, ağızlarına atarak diğer çocuklara nispet yapmaktan geri
kalmıyorlardı. Kimi zamanlar da
önlenemez bir gülme krizine kapılıyorlardı. Büyüklerden de değişik şaka yapanlar yok değildi, teravih
namazı sırasında.
Kent merkezindeki iki büyük camide
kılınıyordu teravih namazı. Camilerden biri “hızlandırılmış” teravih namazı kıldırmakla ünlüydü. Burada Halit Hoca kıldırıyordu namazı. Halit
Hoca “Jet” gibi namazı kıldırıp
cemaati erkenden evlerine yolluyordu.
Ulu Camide teravih namazı kılanlar
dakikalar sonra anca çıkıyorlardı camiden. Çünkü burada hem Ahlat Müftüsü
Abdullah Bubani namaz kıldırıyordu, hem de
Manifaturacı Emin Aydoğan,
Kahveci Halit Yazıcı ve Terzi Ahmet’ten oluşan bir “İlahi Gurubu” her dört
rekatta bir koro halinde ilahi okuyordu. Bu ritüel ayrı bir mistik hava
veriyordu Ramazan gecelerine.
Kimileri hızlı namazı tercih ederken,
kimileri de bu seramoninin tadını çıkarıyordu, kutsal aya yakışırcasına.
Ramazan Davulcusu |
Teravih namazı sırasında birbirlerine
şaka yapanlar da yok değildi. Bunların başında Kunduracı Mustafa ile Demirci
Hanifi gelirdi. Kunduracı Mustafa bir gün yanında namaz kılan köylü bir
vatandaşımıza yaptığı şaka ile günlerce kendinden söz ettirmişti. Secde
sırasında dirseğini yanındaki Mehmet
Çavuş’un sakalına bastırmış, imam “Allahuekber”
deyip, secdeden kalktığı halde, Kunduracı
Mustafa dirseğini bir türlü
Mehmet Çavuş’un sakalından çekmiyor, Mehmet Çavuş’ta sakalını Kunduracı
Mustafa’nın dirseğinden kurtarmak için debelenip duruyordu. Bu durumu gören insanlar namaz sırasında gülme krizine
tutuluyorlardı.
Teravih namazından çıkanların çoğu soluğu
kahvelerde alıyordu. Kimileri bir demli çay içmeyi yeğlerken, kimileri
kahvelerde oynatılan “tombala” heyecanına
kaptırıyordu kendini. Çocuklar da bu tombala heyecanının içinde yerlerini
alıyorlardı bir süreliğine. Tombala faslı “sahur”a
kadar devam ediyordu. Tombaladan evlerine dönenler sahur yemeklerini yiyip, yeni başlayan günün
geç saatlerine kadar uyuyorlardı.
Laz
Memet sahur için uyandırıyordu tüm kenti. Kendine özgü Karadeniz şivesiyle
ve esprili konuşmasıyla kent halkının gönlünü kazanmıştı. Kimin uyanacağını, kimin uyanmayacağını,
kimin ne yiyip içtiğini, her şeyi biliyordu Laz Memet. Canının çektiği yerde
sahur davetine de katılıyor, herkes ikramlarda bulunuyordu Laz Memed’e.
Gün sonlarına doğru, Siirtli görme özürlü
Hafız’ın “hatim indirmek” için eve
gelme saati başlıyordu. Tüm komşu kadınlar topluca katılıyorlar bu okumaya,
erkekler ise öğlen veya ikindi namazı sonrası camilerde yapılan okumaya
katılıyorlar.
Siirtli görme özürlü Hafız, her yıl
Ramazan ayı boyunca geliyor, bir aylık emeğinin karşılığını toplayıp tekrar
memleketine.
Ramazan ayı genellikle yarı performanslı
geçiyordu, kentin genellikle tüm kahveleri ve lokantaları gün boyu kapalı. Bu
durum bekar kamu görevlileri için pek kolay olmuyor. Yemek ihtiyaçlarını
işyerlerinde depoladıkları pratik yiyeceklerle karşılıyorlar. Kazara dışarıda
bir şey yemeye ya da bir sigara içmeye kalktıklarında toplumun tepkisi ile
karşılaşmaktan kurtulamıyorlar.
Kentin ileri gelenleri Ramazan ayı
süresince sırayla iftar yemeği veriyorlar. İftar sırası gelen eve konu komşu
hanımları geliyor, elbirliğiyle yemekler yapılıyor, sofralar hazırlanıyor,
iftar saati yaklaştıkça kentin
kalbur üstü zevatı, teker teker davetli oldukları evin yolunu tutuyorlar.
Kimileri de birkaç kişi birlikte, büyük bir şamata ve gürültüyle ilerlerken,
dosta, düşmana iftara davetli olduklarını duyururcasına gerine gerine davete
icabet ediyorlar.
20-25 civarında kişi bir odaya belirli
bir saygı ve huşu içinde özenle hazırlanmış yer sofrasındaki yerlerini
alıyorlar. Tüm yemekler sofraya konulmuş, boşalan tabaklar bir taraftan
doluları ile değiştirilirken, bir yandan da değişik yemek servisleri yapılıyor.
Tatlı ve çayın ardından tabakalar
çıkarılıyor, kiminin tütünü sarı kehribar gibi, kimininki Tekel tütünü,
sigaralar yakılıyor, dumanından göz gözü görmüyor. Tütünler yarıştırılıyor,
hangisi daha iyi diye. Tatlı ve demli
sayısı belli olmayan çayın ardından sırada “Yemek
Duası” var. Duayı genellikle her davetin vazgeçilmezi Ahlat Müftüsü
Abdullah Bubani yapıyor ve geç kalınmadan teravih namazına yetişmek üzere
caminin yolu tutuluyor.
Ertesi gün bir başka evde tekrarı
yapılacak iftar davetleri Ramazan ayının sonuna dek sürüp gidiyor.
Teravih Namazı |
Ramazan güzeldir, Ramazan her yerde
güzeldir. Ahlat’ta da güzeldir. Dindar olmasan da güzeldir, tadına varılması
gereken çok özel günlerden biri
demektir. Ramazan eski günlerdir, anneannedir, babaannedir, dededir.
Oradan oraya koşuşturan aç annedir
Ramazan. Günbatımına yakın mutfaktan gelen mis gibi yemek kokuları, tertemiz
masanın üzerindeki zeytin tabağı, bir adet hurmadır. Okunması beklenilen
ezandır, erken koparılmış bir lokma ekmektir. Paylaşımdır, kimi zaman bir
ortaklık duygusudur.
Yalnız, yapayalnız olmadığının
göstergesidir. Hep birlikteliktir, acıyı ve sıkıntıyı birlikte katlanma,
ödülünü de birlikte paylaşmadır Ramazan.
Çevremizdeki aç insanlara “sizinleyim”, “ben de yemiyorum” demektir Ramazan. 30 günlük bir sürenin sonunda
gelen bayram, öpülen eller, açılmış kollar, barışan küskünler, sımsıkı
kucaklaşmalar, ellere dökülen kolonyadır Ramazan.
Sonunda bayram var, bayram namazı ile
başlayan bu renkli üç gün ise ayrı bir tat, ayrı bir lezzet ile anılarda renkli
izler bırakıyor.
Ramazan Ahlat’ta da güzeldir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder