7 Mayıs 2020 Perşembe

RAMAZAN AHLAT'TA GÜZELDİR, AHLAT KÜLTÜR SANAT VE ÇEVRE VAKFI, İlhami NALBANTOĞLU

RAMAZAN AHLAT’TA GÜZELDİR
      Elli’li yılların başıydı, tabak orucu ile tanıdık ilk kez Ramazan ayını. Ailenin tüm fertleri oruç tutunca, üç-dört yaşlarında “ben de oruç tutacağım” diye tutturan çocuklar için icat edilmiş  “tabak orucu” formülü. Tamam sen de oruç tutuyorsun demek için, çocuğu üzmemek için ve gelecekte oruç tutmaya alıştırmak için düşünülmüş bir formül.
      Oruç tutuyorsunuz, acıktığınızda da tabaktan hafi hafif atıştırıyorsunuz. Akşam iftar sofrasında da herkesle birlikte sofraya oturup orucunuzu açıyorsunuz. Anneniz de babanız da övünerek benim çocuğum da “tabak orucu” tuttu diye sizi onore ediyor.
      Biraz büyüyorsunuz, 30 günlük ramazan boyunca birkaç gün oruç tutuyorsunuz. Bu günler çok gerilimli geçiyor. Babanız, “iftarlık” denilen fındık, fıstık, üzüm gibi yiyeceklerle ceplerinizi dolduruyor. Sizi motive ediyor, akşam iftar sofrasının baş konuğu yerine konuluyorsunuz, yaşamınızın ilk orucunu tuttuğunuz için.
      Oruçlu günün son saatlerine doğru iftar hazırlıkları hız kazanıyor. İlk göze çarpanlar, eline bir yumurta alanın Fırıncı Burhan’ın dükkanına doğru yönelmesi oluyor. Fırıncı Burhan, her gelenin yumurtasını alıp sıraya koyuyor.
      Fırıncı Burhan, her Ramazan ayında işinin en yoğun günlerini yaşıyor. Her gün kentin ekmek ihtiyacını karşılamanın yanında ekstradan değişik ramazan pideleri yaparak halkın gönlünü kazanıyor.
Ramazan Pidesi
      Fırından çıkan tereyağlı ve yumurtalı nar gibi kızarmış pideleri alanlar, soğutmadan tıknefes evlerinin yolunu tutuyorlar. İkinci olarak Bakkal “Salih Gago”nun, sırf Ramazan ayı için Diyarbakır’dan getirttiği biber turşusu için oluşan kuyruk dikkatleri çekiyor. Salih Gago’nun prensibi  herkese yüz gramdan fazla vermemek. Biber turşusunu alanlar da yine koşar adımlarla evlerinin yolunu tutuyorlar, büyük bir telaşla…
      İftar vaktine doğru evlerde tüm hazırlıklar yapıla dursun, çocuklar kapılara çıkmış, gelecek ezan sesini bekliyorlar. Henüz minare yok kentte, ezanlar cami damlarından okunuyor. Camilerin damlarından okunan ezanların dışında Acem Celal evimizin  yüz elli metre kadar  yakındaki evinin damından, Gardiyan İsmail  ise Kalender Mahallesindeki evinin damından ezan okuyorlar.
      Her ikisi de güzel sesleri ve okudukları ezanlar ile birbirleriyle yarışır gibi bir izlenim bırakırlardı. Ertesi gün bir araya gelen insanlar, hangisinin sesinin daha güzel olduğu konusunda bir sonuca ulaşamıyorlardı.
      Evimizin hemen önündeki camide ise Muzaffer Akbaş ezan okuyordu. Kimi zaman ezan esnasında yanında durur, kimi zaman önüne geçip dikkatle izliyordu çocuklar.
      Kore Gazisi Resul Çavuş, Ahlat’ın  yukarı mahallesindeki  evinin  toprak damında, bir ağaç kütüğüne monte ettiği kocaman bir demir borunun içine doldurduğu bir miktar barut ve paçavrayı, elindeki bir tokmak ile iyice sıkıştırdıktan sonra cebinden çıkardığı muhtar çakmağı ile  borunun gerisindeki deliğe temas ettiğinde, kulaklarımızı dakikalarca çınlatan bir patlama ile iftar vaktinin geldiğini haber veriyordu.
      Her akşam evimizin yakınından gelen bu top sesinin nasıl bir şey olduğunu merak ediyor, bir türlü kafamda tasarlayamıyordum.
      Bir gün iftar saatine yakın bir zamanda soluğu yukarı mahalledeki Resul Çavuş’un evinin damında aldım. Resul Çavuş’un bu mekanizmayı nasıl işlettiğini baştan sona kadar büyük bir dikkatle izleyerek merakımı gidermiştim.    
      Top veya ezan sesi duyulur duyulmaz çocuklar büyük bir bağırışla ezanın okunduğunu çevrelerine duyurarak kendilerini iftar sofralarına atıyorlar.

      İftar yapılıp yemekler yendikten, çaylar içildikten  sonra teravih namazı vakti geliyor. Çocuklar da büyüklerle beraber teravih namazına gidiyorlar. Namaz sırasında kimi yaramaz çocuklar, bitiremedikleri iftarlıklarını çaktırmadan ceplerinden çıkarıp, ağızlarına atarak diğer çocuklara nispet yapmaktan geri kalmıyorlardı.      Kimi zamanlar da önlenemez bir gülme krizine kapılıyorlardı. Büyüklerden de  değişik şaka yapanlar yok değildi, teravih namazı sırasında.
      Kent merkezindeki iki büyük camide kılınıyordu teravih namazı. Camilerden biri “hızlandırılmış” teravih namazı kıldırmakla ünlüydü.  Burada Halit Hoca kıldırıyordu namazı. Halit Hoca “Jet” gibi namazı kıldırıp cemaati erkenden evlerine yolluyordu.
      Ulu Camide teravih namazı kılanlar dakikalar sonra anca çıkıyorlardı camiden. Çünkü burada hem Ahlat Müftüsü Abdullah Bubani namaz kıldırıyordu, hem de  Manifaturacı Emin Aydoğan,  Kahveci Halit Yazıcı ve Terzi Ahmet’ten oluşan bir “İlahi Gurubu”  her dört rekatta bir koro halinde ilahi okuyordu. Bu ritüel ayrı bir mistik hava veriyordu  Ramazan gecelerine.
      Kimileri hızlı namazı tercih ederken, kimileri de bu seramoninin tadını çıkarıyordu, kutsal aya yakışırcasına.
Ramazan Davulcusu
      Teravih namazı sırasında birbirlerine şaka yapanlar da yok değildi. Bunların başında Kunduracı Mustafa ile Demirci Hanifi gelirdi. Kunduracı Mustafa bir gün yanında namaz kılan köylü bir vatandaşımıza yaptığı şaka ile günlerce kendinden söz ettirmişti. Secde sırasında  dirseğini yanındaki Mehmet Çavuş’un sakalına bastırmış, imam “Allahuekber” deyip, secdeden kalktığı halde, Kunduracı  Mustafa dirseğini  bir türlü Mehmet Çavuş’un sakalından çekmiyor, Mehmet Çavuş’ta sakalını Kunduracı Mustafa’nın dirseğinden kurtarmak için debelenip duruyordu. Bu durumu gören  insanlar namaz sırasında gülme krizine tutuluyorlardı.
      Teravih namazından çıkanların çoğu soluğu kahvelerde alıyordu. Kimileri bir demli çay içmeyi yeğlerken, kimileri kahvelerde oynatılan “tombala” heyecanına kaptırıyordu kendini. Çocuklar da bu tombala heyecanının içinde yerlerini alıyorlardı bir süreliğine. Tombala faslı “sahur”a kadar devam ediyordu. Tombaladan evlerine dönenler  sahur yemeklerini yiyip, yeni başlayan günün geç saatlerine kadar uyuyorlardı.
      Laz Memet sahur için uyandırıyordu tüm kenti. Kendine özgü Karadeniz şivesiyle ve esprili konuşmasıyla kent halkının gönlünü kazanmıştı.  Kimin uyanacağını, kimin uyanmayacağını, kimin ne yiyip içtiğini, her şeyi biliyordu Laz Memet. Canının çektiği yerde sahur davetine de katılıyor, herkes ikramlarda bulunuyordu Laz Memed’e.
      Gün sonlarına doğru, Siirtli görme özürlü Hafız’ın “hatim indirmek” için eve gelme saati başlıyordu. Tüm komşu kadınlar topluca katılıyorlar bu okumaya, erkekler ise öğlen veya ikindi namazı sonrası camilerde yapılan okumaya katılıyorlar.
      Siirtli görme özürlü Hafız, her yıl Ramazan ayı boyunca geliyor, bir aylık emeğinin karşılığını toplayıp tekrar memleketine.
      Ramazan ayı genellikle yarı performanslı geçiyordu, kentin genellikle tüm kahveleri ve lokantaları gün boyu kapalı. Bu durum bekar kamu görevlileri için pek kolay olmuyor. Yemek ihtiyaçlarını işyerlerinde depoladıkları pratik yiyeceklerle karşılıyorlar. Kazara dışarıda bir şey yemeye ya da bir sigara içmeye kalktıklarında toplumun tepkisi ile karşılaşmaktan kurtulamıyorlar.
      Kentin ileri gelenleri Ramazan ayı süresince sırayla iftar yemeği veriyorlar. İftar sırası gelen eve konu komşu hanımları geliyor, elbirliğiyle yemekler yapılıyor, sofralar hazırlanıyor, iftar saati yaklaştıkça kentin kalbur üstü zevatı, teker teker davetli oldukları evin yolunu tutuyorlar. Kimileri de birkaç kişi birlikte, büyük bir şamata ve gürültüyle ilerlerken, dosta, düşmana iftara davetli olduklarını duyururcasına gerine gerine davete icabet ediyorlar.
      20-25 civarında kişi bir odaya belirli bir saygı ve huşu içinde özenle hazırlanmış yer sofrasındaki yerlerini alıyorlar. Tüm yemekler sofraya konulmuş, boşalan tabaklar bir taraftan doluları ile değiştirilirken, bir yandan da değişik yemek servisleri yapılıyor. Tatlı ve çayın ardından  tabakalar çıkarılıyor, kiminin tütünü sarı kehribar gibi, kimininki Tekel tütünü, sigaralar yakılıyor, dumanından göz gözü görmüyor. Tütünler yarıştırılıyor, hangisi daha iyi diye. Tatlı ve demli  sayısı belli olmayan çayın ardından sırada  “Yemek Duası” var. Duayı genellikle her davetin vazgeçilmezi Ahlat Müftüsü Abdullah Bubani yapıyor ve geç kalınmadan teravih namazına yetişmek üzere caminin yolu tutuluyor.
      Ertesi gün bir başka evde tekrarı yapılacak iftar davetleri Ramazan ayının sonuna dek sürüp gidiyor.
Teravih Namazı



      Ramazan güzeldir, Ramazan her yerde güzeldir. Ahlat’ta da güzeldir. Dindar olmasan da güzeldir, tadına varılması gereken çok özel  günlerden biri demektir. Ramazan eski günlerdir, anneannedir, babaannedir, dededir.
      Oradan oraya koşuşturan aç annedir Ramazan. Günbatımına yakın mutfaktan gelen mis gibi yemek kokuları, tertemiz masanın üzerindeki zeytin tabağı, bir adet hurmadır. Okunması beklenilen ezandır, erken koparılmış bir lokma ekmektir. Paylaşımdır, kimi zaman bir ortaklık duygusudur.
      Yalnız, yapayalnız olmadığının göstergesidir. Hep birlikteliktir, acıyı ve sıkıntıyı birlikte katlanma, ödülünü de birlikte paylaşmadır Ramazan.
      Çevremizdeki aç insanlara “sizinleyim”,ben de yemiyorum” demektir Ramazan. 30 günlük bir sürenin sonunda gelen bayram, öpülen eller, açılmış kollar, barışan küskünler, sımsıkı kucaklaşmalar, ellere dökülen kolonyadır Ramazan.
      Sonunda bayram var, bayram namazı ile başlayan bu renkli üç gün ise ayrı bir tat, ayrı bir lezzet ile anılarda renkli izler bırakıyor.
      Ramazan Ahlat’ta da güzeldir…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder